Beklenti, dinci faşist iktidarın başının Bağdat seferinden sonra saldırının başlayacağı idi. Hayır, beklemediler! ...

Üzerinde yaşadığımız topraklarda her gün, her saat onlarca olay oluyor; bu olaylar, etkisi onyıllarca sürecek sonuçlar ortaya çıkarıyor; ama gelin görün ki, hala bir çok insan -üzülerek söylemek gerekiyor ki, bunlara kendisine “devrimciyim” diyenler de dahildir- bu olayların toplumda hiçbir iz bırakmadan olup bittiğine inanıyor ya da öyle sanıyor.

Yaşanan siyasal ve toplumsal olayların, su üzerine yazılan yazılar gibi insanların, toplumların belleğinden silinip gittiğini ya da gideceğini düşünmek, hem toplumların hem de tarihin hafızasına güvensizliktir.

Örneğin, çok değil iki yıl önce yaşanan ve hala egemenleri her hatırlayışlarında ürperten 6-7 Ekim Ayaklanmasının bu topraklarda değil de sanki Burkina Faso’da olmuşcasına unutmaya eğilimli bir ortalama sol hareketin, Türkiye ve Kürdistan’da bir devrim durumu olduğunu anlamasını bekleyebilir miyiz? Ya da yine çok değil üç sene önce yaşanan Gezi Ayaklanması’na “baskılara karşı halkın verdiği bir tepki, bir direniş” mantığıyla bakan, Berkin’in cenazesine katılan milyonlarca insanın sanki şapkadan çıkan tavşan muamelesi gördüğü, yine çok değil 5-10 yıl önce 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nı dolduran milyonlarca insanın sanki bir serapmışçasına dağılıp gittiğine inanan bir anlayışla karşı karşıyayız. Halbuki, bunların hepsi, üzerinde yaşadığımız bu topraklarda, bizim gözlerimiz önünde yaşandı ve muhtemeldir ki, çoğunun içinde bizzat bizler yer aldık. Başka bir ülkede olduğunu görecek olsak, hemen marksist klasiklere başvurarak birçok devrimci sonuç çıkaracağımız olaylar, bizzat bizim koşullarımızda ortaya çıkınca, herhalde basiretimiz bağlanıyor olacak ki, tüm tahlil yapma yetilerimizi kaybediyor, sanki bunlar sıradan, her zaman yaşanabilir olaylarmış gibi yaklaşabiliyoruz.

Leninist “somut durumun somut tahlili”nden çokça bahsediliyor; ama gelin görün ki, birçoğu hala gözlerinin önündeki merteği görmekten uzaklar. Hatta bununla da kalınmıyor, somut durumu doğru tahlil edip, devrim dönemine uygun politikalar öne sürenler, “hayalcilikle”, “koşulları abartılı değerlendirmekle” vb. itham edilebiliyorlar. Bir Geçici Devrim Hükümeti programının üzerinde anlaşılıp, kitlelere bunun somut olarak anlatılmasını mı öneriyorsunuz, size “daha neler” babında şeyler söyleniyor ve hatta “olmadı bakanları da seçelim” türünden seviyesizliklerle karşılık veriliyor. Elbette bütün bunlara kulak asmadan kendi bildiğimiz yolda yürümeye devam etmek gerekiyor; ama bu kadar olayın böyle kısa bir tarihsel kesitte yoğunlaşmış olmasını anlamayanların yarın devrimci bir iktidar kurmak gerektiğinde ne yapacaklarını düşününce insan gerçekten kaygılanıyor. Troçki’nin malul olduğu “sürekli karamsarlık” hastalığına tutulmuş olan bugünkü ortalama sol hareketlerin, yarına iyimser bakmalarını beklemek pek mümkün olmuyor.

Halbuki, tarihin süreklilik ve sıçramalarla ilerlediğini bilen herkes, Türkiye ve Kürdistan’daki tarihsel birikimin farkında olabilmelidir. Ve bu anlamıyla tarihin hafızasına tam bir güvenle önüne koydukları hedefleri gerçekleştirmek için ileri çıkabilmelidir. Unutmayalım ki, “Marx, tarihi, başarı şanslarını önceden ve kesinlikle hesaplayamadan yaratan kimselerin bakış açısından görüyordu” diyor Lenin,“ tarihin bazı anlarında yığınların zorlu bir savaşımının, hatta umutsuz bir dava için de olsa, bu yığınların gelecekteki eğitimi için, onları gelecek savaşıma hazırlamak için zorunlu olduğunu görmesini de biliyordu.” (Komün Dersleri, Sol Yay. Sf 52). Aksi taktirde “göğü fethe çıkan” komünarları nasıl desteklerdi değil mi?

Demek ki, bugünün gelişmelerini değerlendirirken olgulara gelip-geçici gözle değil, somut olarak bakmayı bilmek gerekiyor. Günümüzün toplumunda emek-sermaye çelişkisi başta olmak üzere, çelişkilerin nasıl keskinleştiğini görmek, siyasal bilinç ve örgütlenme eksikliğine rağmen işçi sınıfı ve emekçilerin, siyasal iktidar karşısında irili ufaklı ne kadar çok eyleme giriştiklerini görmek gerekiyor. Onlar için varolan siyasi iktidar yıkılmadıkça geleceğin bugünden daha iyi olmayacağı çok açık. Mesele milyonlarca insanın devrimin gerekliliği bilincine varması değil, her gün artan sömürü ve sefalet koşullarının onları arkalarından tarihsel eyleme doğru itmesidir. Anti-Dühring’te Engels, “...bütün toplumsal değişikliklerin ve bütün siyasal altüst oluşların son nedenlerini insanların kafasında, ölümsüz doğruluk ve ölümsüz adalet üzerindeki artan kavrayışlarında değil, üretim ve değişim biçiminin değişikliklerinde aramak gerekir; onları, ilgili dönemin felsefesinde değil ama iktisadında aramak gerekir” diyor. Son tahlilde insanların siyasi görüşleri ne olursa olsun, yaşam koşulları onları açlık ve sefalete sürüklüyorsa, kendiliğinden de olsa bir toplumsal hareketin içinde yer almaları mümkündür. Günümüzün en çıplak gerçekliği budur.

Olayları ve olguları tahlil ederken öznel düşüncelerimize göre değil, nesnel gerçeklikten hareket edeceksek Türkiye ve Kürdistan, bugün, dünyadaki herhangi bir ülkeden daha fazla devrime yakındır. Yığınların bugünkü görece sessizliği, “fırtına öncesi sessizlik” olarak algılanmalıdır; yoksa bir dönem bazılarının yaptığı gibi “toplumsal duyarsızlığın kökenleri üzerine” sayfalar dolusu teraneler dizmek zorunda kalırsınız ki, bu da devrimci düşünüşten ve devrimden vazgeçmenin ilk adımı olur. Tarihin hafızasına güvenmeyenler, kendilerini tarihin çöplüğünde bulurlar. Unutmayalım ki, “komünistlerin vardıkları teorik sonuçlar, hiçbir biçimde şu ya da bu, sözüm ona evrensel reformcu tarafından icat edilmiş ya da keşfedilmiş düşünceleri ya da ilkeleri temel almamıştır. Bunlar yalnızca, var olan bir sınıf mücadelesinden, gözlerimizin önünde cereyan eden tarihsel bir hareketten doğan ilişkilerin genel ifadeleridir...” Biz, her adımımızda bu gerçekliği bilerek hareket edecek, “yığınların tarihsel girişkenliği”ne güvenerek devrimin pratik örgütlenmesine girişeceğiz. Ve bir an olsun tarihin hafızasının güçlü olduğunu, asıl hafızası zayıf olanın ortalama sol hareket olduğunu unutmayacağız. Başkaları ne derlerse desinler kendi bildiğimiz yoldan yürümeye devam edecek ve zafere ulaşacağız.

Bunun için bize gerekli olan, Paris Komüncülerinin sahip oldukları büyük esneklik, tarihsel girişkenlik ve özveri yeteneğidir. Gerisini zaten tarih bize sunacaktır.

Aralık 2016

1 Mayıs yaklaşırken sendikaların 1 Mayıs çalışmaları ve çağrıları da yoğun bir biçimde devam ediyor. ...

  Özel Evrim Okulları'nda öğretmenlik yaparken sendikal nedenle işten çıkarılan Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Genel Başkanı Eren Edebali'nin açtığı işe iade davası İstanb...

“İnsanlık onuru için Ermeni Soykırımı ile yüzleşelim, faşizmle hesaplaşalım” diyen HBDH Yürütme Komitesi, 24 Nisan 1915 yılının Ermeni halkımıza karşı soykırımının başla...

İHD İstanbul Şubesi, "Ermeni soykırımı tanı, af dile, tazmin et" diyerek Ermeni soykırımının 109. yılında bir basın toplantısı düzenledi. ...

Çıraklık okulları diye bildiğimiz ama çocuk işçiliğinin yasallaştırılmasından başka bir şey olmayan Mesleki Eğitim Merkezi / MESEM adlı proje 2022 yılında MEB tarafından başlat...

HBDH Yürütme Komitesi, 24 Nisan günü bir açıklama yayınlayarak Kürdistan’a ve Kürt halkına yönelik saldırıları protesto etti. ...

Davul zurna çalarak ilan ettiler işgal saldırısının gelişini. Bilinen, görülen bir olguydu bu. Hakan Fidan, İbrahim Kalın mekik dokuyup durdular bölgede. Daha seçimlerden önce cümle c...

Kocaeli İşçi Sağlığı ve İşçi Güvenliği Meclisi (İSİG), 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda eylem yaparak çocuk işçiliğe, gençlerin güvencesiz çalıştırılmasın...

2024 1 Mayıs’ı yaklaşırken İstanbul’un işçi, emekçi bölgelerinde, kent meydanlarında 1 Mayıs çalışmaları hız kazanmış durumda. ...

Arama

 

LENİNİST TEORİ

ÖNSÖZ

           Tüm Sayılar

Yeni Kitaplarımız

E-Kitap

Tüm E-Kitaplar için resme tıklayınız...

Devrimin Çağrısı

 

Editoryal 2023-2

 

Zafere Kadar Genç Yoldaş

Ukrayna Kimin Savaşı

 

Dergilerle Kısa Tarih