"Her alanda saldırıyorlar" sözü, bugünkü siyasi iktidara karşıt olan her kesimin diline pelesenk olmuş durumda. Kimi zaman bir korkuyu, kimi zaman bir yakınmayı, kimi zaman da bir şaşkınlığı ifade eden bu sözleri sarfedenlere şöyle sormak gerekiyor: Evet de, başka türlü olmasını mı bekliyordunuz? Sizi bu kadar şaşırtan şey nedir?

En çok şaşıran ve korku duyanların, "iyi ama, ortada adalet filan kalmadı, hukuk ayaklar altında" dediğini duyar gibiyiz. Onlar, siyasi iktidarın "orman kanunları" uyguluyor oluşundan fena halde mustaripler. Oysa her şey uzun yıllardır bu topraklarda varlığını sürdüren iç savaşın yasalarına göre gelişiyor ve bundan sonra da buna uygun olarak gelişmeye devam edecek. Burjuvazinin masallarına bir dönem kendilerini kaptırarak rehavete düşenler, şimdi tatlı uykularından uyanıyorlar; ama yaşananlardan ders almak üzere değil, eşeklerini Niğde'ye sürmek üzere...

Denenmiş yolları tekrar tekrar denemenin bize bir şey kazandırmayacağı, bizi sonuca götürmeyeceği, hatta her başarısız denemeden sonra öğrenilmiş çaresizliğe, ardından da atalete sürükleyeceği ortadayken, neden hala yürünmüş yolları tekrar yürümekte ısrar edildiğini anlamak gerçekten güç. Örneğin HDP'nin Meclis çalışmalarından çekilme kararından aradan 1 hafta bile geçmeden vazgeçmesi ve yeniden çalışmalara dönmesi nasıl izah edilebilir? Üstelik bu kararsızlık, karşı tarafa daha fazla saldırıda bulunmak için cesaret veriyorken...

Bunda somut durumun somut tahlilinin yapılamıyor oluşunun etkili olduğunu düşünüyoruz. Bu, ister istemez, bir kısır döngüyü beraberinde getiriyor. Oysa şu anda bırakalım geriye dönmeyi, aynı yerde uzun süre kalmak bile ölümcül bir hata. Vakit kaybetmeksizin bir çıkış yolu bulmak gerekiyor; "ne yapmalı" sorusunun yanısıra, "nasıl yapmalı" sorusu da önem kazanıyor. Bu soruların cevabını elbette birisi çıkıp, bir kahin gibi vermeyecek. Kolektif akılla cevaplanabilecek sorular bunlar. Bunun için her şeyden önce şunun altının önemle çizilmesi gerekiyor: İnsanların, ister örgütlü olsunlar, ister örgütsüz, kendi bireysel dünyalarına/ yaşamlarına çekilmelerine izin verilmemeli. Bu toplumda ciddi bir parçalanmaya, kelimenin gerçek anlamıyla atomize olmaya neden olacaktır/ oluyor..

Yine, kesinkes, şu "mevzii koruma" anlayışından vazgeçilmeli. Bugüne kadar "kazanılmış mevziilerimizi koruyalım" anlayışından çıka çıka "direniş" mantığı çıktı, bu da bizi karşı-devrim üzerinde kesin bir zafere bir adım olsun yaklaştırmadı. Dahası, hamle sırasını hep düşmanlarımıza bırakmamıza ve böylece onların bizi rahatlıkla kuşatmasına izin vermemize yolaçtı. Hala bir çok çevrenin bu anlayışı sürdürüyor oluşu, devrim cephesinin topyekün bir saldırıya geçmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Karşı-devrimin saldırılarından sonra "yıkılmadım, ayaktayım" demek birşey söylemektir; ama "gong" çaldığında ayakta olmak, kazanmış olmak anlamına gelmeyecektir.

Bugün, devrimci olanda ısrar etmek ve kararlı bir şekilde devrim programını kitlelere taşımak, her zaman vurguluyoruz, hayati önemdedir. Sonuç alıcı kitlesel eylemlere yönelinmediği sürece, faşizmi bu topraklardan söküp atmak mümkün olmayacaktır. Devrimci görevlerimizi çıkmaz ayın son Perşembe'sine erteleyerek yol alamayız. Bugün üzerinde bulunduğumuz topraklarda çok yoğun bir şekilde yaşanmakta olan ekonomik ve siyasi krizden devrimci bir hükümet kurmak için yararlanmayı bilmemiz gerekiyor. Rutini altetmek, klasik anlamda bir "devrimcilik" anlayışından uzak durmak ve özellikle son yıllarda edinilen alışkanlıkların gücünden kurtulmak gerekiyor.

Karşı-devrimin devrim karşısındaki hazırlıkları ortada. Hal böyle iken bizler mitolojideki Sisyphos misali, hala sırtımızdaki taşı dağın tepesine taşıyarak görevimizi tamamladığımızı düşünecek olursak yanılırız. Madem sırtımızda ağır bir sorumluluk taşıyoruz, o halde bu sorumluluğun gereklerini de yerine getirmeliyiz. İşte burada ne/nasıl soruları yakıcı bir hal alıyor. Öncelikle, bizler tarafından karşı-devrimin hazırlıkları iyi gözlemlenmeli, her alanda bunu karşılayabilecek, püskürtebilecek ve karşı-saldırıya geçebilecek düzeyde olmalıyız. Bugün faşizme anladığı dilden karşılık vermek, bunu bireysel değil ama kitlesel ve birleşik olarak yapmak, üzerinden atlanamayacak en önemli görevdir. "Nasıl" sorusunun tek, kalıplaşmış, her dönem geçerli tek bir cevabı yoktur; ama tarihten dersler de çıkararak, dönemin ihtiyaç duyduğu yöntemlerle mücadeleyi yükseltmek her devrimcinin varlık nedeni olmalıdır. Madem devrim istiyoruz, madem tüm insanlığın komünizmle kurtulacağına inanıyoruz; bugün amaçlarımızla araçlarımızı uyumlu hale getirmekten başka şansımız yok. "Bor'un pazarı"nı kaçırmamak için elimizi çabuk tutmak zorundayız.

Victor Hugo'nun o ünlü sözünü bir kez daha hatırlatalım ve bitirelim. "Hiçbir şey, zamanı gelmiş bir düşünce kadar güçlü olamaz". Yapılacak tek şey, zamanın atlılarının, "atları rüzgar kanatlılar"ın yanıbaşında zafer için savaşma cesaretini gösterebilmektir. 

Ocak 2017