Dinci faşist iktidarın attığı tüm adımlar bir noktaya işaret ediyor: Tekelci sermaye sınıfı, çok daha kanlı, kendini hiç bir yasayla sınırlamamış, bir faşist diktatörlüğün hazırlığını yapıyor.

Vurguyu tekelci sermaye sınıfına, tekelci sermaye sınıfının en iri, en güçlü kesimine bilerek yapıyoruz. Bu nokta önemli zira, hemen herkes dinci faşist iktidarın attığı adımları bu iktidarın başındaki adamın kişisel özelliklerine, hırslarına, vb vb. bağlama eğiliminde.

Böyleleri, dinci faşist iktidarın gerçekte tekelci sermaye sınıfının kanlı, şoven, faşist diktatörlüğünden başka bir şey olmadığını bilerek ya da bilmeyerek gözlerden kaçırıyorlar.

Dinci faşist iktidarın arkasındaki sınıfı, toplumsal güçleri bilinçsizce gizleyenler artık düzeltmeli; bilerek yapanlar ise teşhir edilmeli. Komünist Enternasyonal VII Kongresi, neredeyse tüm çalışmalarını faşizmin sınıf karakterini, faşizmin toplumsal taşıyıcılarını ortaya çıkarmak için boşuna ayırmadı.

Tekrar etmekten bir zarar olmaz: Dinci faşist iktidarın icracısı olduğu faşist diktatörlüğün arkasındaki sınıfsal güç, en somut haliyle söylersek, Koçlar, Sabancılar, Eczacıbaşılar ve diğer iri tekelci birliklerdir. Faşizmin toplumsal taşıyıcılar bunlardır ve elbette bunlarla birlikte emperyalist mali sermayedir; emperyalist devletlerdir.

Evet, dinci faşist iktidarın amacı, emekçi sınıflara ve Kürt halkına karşı yürüttüğü iç savaşı, faşist diktatörlüğün daha kanlı, hiç bir yasayla sınırlanmamış biçimini kurup oturtmak. Ne var ki Türkiye ve Kürdistan’da, emekçi sınıfların ve Kürt halkının, daha genelleştirirsek, birleşik devrimin toplumsal güçlerinin sert bir mücadelesi varken bu amacına ulaşması o kadar kolay değil. Bunun için bazı koşulları yerine getirmesi gerek. Bu koşullardan birisi, burjuva muhalefet partilerini “mili birlik ve beraberlik ruhu” etrafında birleştirmek.

Bunun için vesileler, bahaneler gerek. Ortada bir bahane yoksa yaratılır. Ayasofya müzesinin Camiye çevrilmesi böyle bir bahane oldu. Bu olayda, CHP’den Saadet Partisine, İYİ Partiden MHP’ye kadar bütün gerici/faşist burjuva partilerin dinci faşist iktidar ve onun başının arkasında, ağaç dalına konmuş kuşlar gibi dizildiklerini gördük.

Daha öncesinde de görmüştük. Afrin, Cerablus, El Bab’ın işgali; Suriye’ye saldırı durumu, en son Gri Spi ve Serekaniye işgali, burjuva muhalefet partilerinin dinci faşist iktidara desteklerini açıklama bahanesi oldu.

Son örnek, Ermenistan-Azerbaycan arasındaki çatışmada karşımıza çıktı. Bu çatışma çıkınca dinci faşist iktidarın başı, şovenizmi körükleme fırsatını kaçırmamak için anında üst perdeden atıp tutmaya, tehditler savurmaya başladı. Onu, “Ermenistan aklını başına toplasın, Azerbaycan'ın yanındayız” tehditkar açıklamasıyla Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu izledi. Ama elbette kambersiz düğün olmazdı.

Savunma Bakanı Akar sazı eline aldı ve şunları söyleyiverdi: “Azerbaycanlı gardaşlarımıza yapılan her türlü saldırıya karşı bundan önce nasıl Azerbaycanlı gardaşlarımızla beraber olduysak bundan sonra da olmaya devam edeceğiz. Azerbaycanlı gardaşlarımızla bir ve beraberiz, acılarını yüreğimizde hissediyoruz; biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, TSK olarak ne yapmamız gerekiyorsa bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın”

Bir şey yapabileceklerinden ya da bu güne kadar yaptıklarından farklı bir şey yapabilecek durumda olduklarından değil, şovenizmi kışkırtmak için bu açıklamalar. Hulusi Akar’ın komik biçimde “gardaş” demesinden belli. Sanki “gardaş” değil de “kardeş” dese Azeriler anlamayacakmış gibi!

Elbette önemli değil. Önemli olan şu, dinci faşist iktidardan art arda böyle açıklamalar gelince, gerici/faşist burjuva partiler anında durumdan vazife çıkarıp koroya katılıyorlar. Onlar da “gardaşlarını” yalnız bırakmayacaklarına dair yemin üstüne yemin ettiler.

Meclis budur işte. Hepsi bir yerde. Hepsi dinci faşist iktidarın arkasında.

Ne yapmalı?

Yerimizin darlığı ve konunun önemi nedeniyle bu sorunun yanıtını da bir sonraki makalede ele alacağız.