Gece yarısı itibariyle İran’ın, BM sözleşmesinin 51. maddesine dayanarak İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği misilleme eylemi sabah itibariyle şimdilik sona erdi. ...

Dilimizde yer etmiş naifliğine rağmen sınıf savaşı da her savaş gibi adı üstünde bir savaştır. Hem de en keskin noktasına vardığında (iç savaşta), sınıfların birbirine karşı silah kullandıkları bir savaştır. Ve her savaşta olduğu gibi sınıf savaşında da savaşan güçlerin birbirine karşı moral üstünlüğü, savaşın sonucunu tayin edecek denli bir öneme sahiptir.

Büyük Rus yazarı Tolstoy, devasa eseri Savaş ve Barış'ta, moral üstünlüğün bir ordu için ne denli önemli olduğunu Napolyon'u yenmeyi başarmış Rus ordularının komutanı Kutuzov'u anlattığı bölümde şöyle ifade ediyor: "Askerlik alanında yıllardır kazandığı ve denemelerden elde ettiği bilgi ile ihtiyar insanlara özgü bir mantıkla anlıyordu ki, ölümle pençeleşen yüzbinlerce insanı yönetmek tek bir insanın harcı değildir ve yine biliyordu ki, meydan muharebesinin sonucunu kestirecek olan şey, ne başkomutanın emirleri, ne orduların bulunduğu yer, ne topların ve öldürülen insanların sayısıydı; bunu sağlayacak olan tek şey 'ordunun morali' adı verilen o karşı konulmaz güçtü. Kendisi bu gücün belirtilerini izliyor, onu elinden geldiği kadar yönetmeye çalışıyordu" (Cem Yay, 3.Cilt, sf 1495). Tarihsel olarak doğrulanmış deneyimler de gösteriyor ki, ortada bir savaş varsa savaşı kazanmak isteyen ordusunun moral gücünü yüksek tutmak zorundadır. Moral güç nasıl yükseltilecektir ve nasıl korunacaktır, esas mesele buradadır.

Bu her şeyden önce savaşta haklı olan tarafta olmakla mümkündür. Haklılığına inanmış bir ordudan daha güçlü bir silah yoktur. Sınıf savaşında kimin haklı kimin haksız olduğunu görmek için hangi sınıfın herşeyi üretip hiçbir şeye sahip olmadığını ve hangi sınıfın hiçbir şey üretmediği halde herşeye sahip olduğuna bakmamız yeterlidir. Emekle sermaye arasındaki mücadelede ya emekten yanasınızdır ya da sermayeden! İkisi arasında uzlaşmaz bir çelişki ve çatışma, deyim yerindeyse savaş vardır ve hem birinden hem diğerinden olma şansınız yoktur. Safınızı ya ezilen ve sömürülenden yana belirlersiniz ya da ezen ve sömürenden yana; bunun ortası yoktur. Çünkü birinin yararına olan şey diğerinin zararınadır, bu kadar açık ve net!

Kapitalistlere servet, kendilerine sefalet üretmek istemeyenler, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırmak zorundadırlar ve emekçilerden aldıklarını onlara geri vermek istemeyeceği açık olan kapitalist sınıfa karşı mücadele etmek, savaşmak kaçınılmazdır. Bu savaşta emeğin safında bulunanların, tarihsel olarak sermaye sınıfının ömrünü tamamlamış olduğunu görmeleri, "gitmekte ve gelmekte olanı" anlamaları gerekmektedir. Bir yanda yığılan servet dağları, diğer yanda açlık, yoksulluk... Bir yanda har vurup harman savuran, dünyanın tüm olanaklarını bir sülük gibi emen ve en sonunda dünyanın dengelerini bütünüyle bozan bir avuç burjuva sınıf, diğer yanda suya ekmeğe hasret milyonlarca insan; çalışarak yaşamak isteyen, çocuklarına süt, ekmek götürmek isteyen işçi ve emekçiler...

Elbette emekle sermaye arasındaki mücadele bugün başlamadı; yüzyıllardır sürüyor. Yüzyılları bulan bu savaşımda emeğin bugüne kadar sermaye üzerinde kesin bir zafer kazanmamış oluşu bir çoklarının moralini bozabiliyor; geleceğe dair umutlarını gölgeleyebiliyor. Emeğin sermayeye karşı zaferlerinden birini kazanmış olan Bolşevikler de kendi dönemlerinde, devrimden umudunu kesmiş olanlarla az mücadele etmek zorunda kalmadılar. Örneğin "sosyalist" olduklarını iddia eden Menşeviklerin, "devrim hayali görmek"le eleştirdikleri Bolşeviklerin inandığının tersine, "Rusya'da devrimci bir halk yoktur" demeleri, onları karamsarlığın ve umutsuzluğun çukuruna düşürmüştü. Devrimci değil, reformist bir bakış açısına sahip oldukları için kendi dönemlerinde yaşanan birikim ve sıçramaları göremiyor, olayları bütün canlılığı ve hareketliliği içinde somut olarak kavrayamıyorlardı. İşçi sınıfı ve emekçilerin durumuna baktıkça onlarda varolan umutsuzluktan kendilerince devrimci olmayan sonuçlar çıkarıyorlardı. Oysa aynı yere bakan Bolşevikler, bambaşka, devrimci sonuçlar çıkarıyorlardı.

Nisan Tezleri'nde Lenin, "Kesin bir zafer bizden yana, çünkü halk artık umutsuzluğun kıyısındadır" diyordu; "ezilen yığınlar arasında umutsuzluk olmadan, çöküntünün eşiğinde bulunan bir kapitalist toplumu düşünmek olanaklı mıdır?". Yine aynı yerde, "tarihte ezilen yığınların uzun zaman çekilen acılar yüzünden ve her türlü sıkıntının son haddini bulması yüzünden tam bir umutsuzluğa düşmedikçe, umutsuz bir savaşımda zafer kazandıkları ayaklanma örnekleri biliyorlar mı acaba?" diye soruyordu bilcümle karamsarlara, kitlelerin umutsuz oluşuna bakarak devrimden umudunu kesen reformistlere...

Bugün biz aynı soruları "Hani ne devrimi? Türkiye'de yaprak kımıldamıyor" diyenlere sormak zorundayız; çünkü bunlar sadece kendileri moralsiz ve inançsız olmakla yetinmeyip, başkalarının moralini de bozuyorlar; "sürekli karamsarlık" hastalığını başkalarına da bulaştırıyorlar.

"Savaş, önce kafalarda kazanılır" diyor ünlü Prusyalı general Clausewitz. Siz daha zafer üzerine düşünmeye başlamamışsanız, devrimin gücünü sadece bir eylemde açtığınız pankartın arkasına geçen az sayıda insanın gücüyle ölçüyorsanız vay sizin halinize! Devrimi, mücadeleyi, sınıf savaşını saldırılar karşısında direnmekten ibaret görüyorsanız ve en kötüsü bakıyor ama kendinizden başka direnen de görmüyorsanız vay sizin halinize...

Devrimi, süreklilik içinde bir sıçrama olarak göremiyorsanız; milyonlarca iradenin binlerce olay sonucu harekete geçmesi, birbiriyle karşı karşıya gelmesi ya da iç içe geçmesi olarak görmüyor da "ölü metinler"e sığıştırılmış formülasyonlardan ibaret sanıyorsanız vay sizin halinize... Gözünüzün önünde olan biteni bile diyalektik bir kavrayışla ele alıp çözümleyemiyor, somut durumun somut tahlilini yapamıyor, devrim döneminde devrimci sorular sorup bu sorulara devrimci cevaplar aramıyor da, Engels'in deyimiyle başınızın üzerindeki dam yanarken meleklerin cinsiyeti ile uğraşıyorsanız vay sizin halinize!

Bir devrim için doğru yer ve zamanda güçleri nereye yığmanız, çalışmalarda ağırlığı nereye vermeniz gerektiği üzerine düşünmüyor ve hazırlıklarınızı buna göre yapmıyor da hala bir "aşırı muhalefet partisi" olarak kalmayı devrimcilik olarak addediyorsanız vay sizin halinize! Geçici Devrim Hükümeti'ni her duyduğunuzda aklınıza devrimden sonra kurulacak, burjuvaziye karşı bir savaş organı değil de kimin bakan olacağı geliyorsa vay sizin halinize!

Savaşta moral üstünlüğü elde tutmak için her şeyden önce koşulların tahlilini devrimci bir anlayışla yapmak gerekir. Siz umutsuzsanız ya da yeterince umutlu değilseniz, başkalarına umut veremezsiniz. Umutsa ancak onun uğruna emek harcıyorsanız, çaba gösteriyorsanız, eyleme geçmişseniz bir anlam ifade eder yoksa "tarlada izi olmayanın hasatta yüzü olmaz". Umut, bir adada mahsur kalmış birinin, birileri gelip kendini kurtarsın diye mesaj yazıp içine koyduğu şişeyi suya salıp beklemesi de değildir. Gerçekleşmek için kendisine daha kısa erimli, daha erişilebilir hedefler belirler; başı bulutlarda gezen değil, ayakları yere basan bir hayalgücüdür.

Umutlu olmak, iyimser olmak için ne yapacağını/ nasıl yapacağını bilmek, yapmayı planlamak ve planladığını pratiğe geçirmek için harekete geçmek gerekir. Bir şeyin nasıl olacağını düşlemek güzeldir; ama düşleri hayata geçirmek için öncelikle hareket etmek gerekir. Milyonlarca insanın sarayları kuşattığını ve yerlebir ettiğini hayal etmek muazzam birşeydir; orak-çekiçli kızıl bayrağın her yerde dalgalandığını düşünmek muhteşemdir; ama düşle gerçek arasında pratik durmaktadır.

Ne kadar emek harcanırsa o oranda düşlerimiz gerçekliğe dönüşebilir. Hatırlayalım ne diyordu Lenin, "Eğer düş gören kimse düşüne ciddi olarak inanırsa, yaşamı dikkatle gözler, gözlemlerini gökte kurduğu şatolarla karşılaştırırsa ve eğer genel olarak söylemek gerekirse, düşünün gerçekleşmesi için bilinçli olarak çalışırsa düş ile gerçek arasındaki ayrılığın hiçbir zararı olmaz. Düşlerle yaşam arasında bir bağ varsa herşey yolundadır".

İşte biz Leninistler, düşlerimiz ile yaşam arasındaki bu bağı kurabildiğimiz için savaşımda moral üstünlüğü elimizde tutabiliyor ve başkalarının aksine bu kadar umutlu olabiliyoruz.

Ali Varol Günal

Getir online alışveriş firmasının taşeron firması Vigo'nun moto kuryelerin ücretlerinin dülürülmesine karşı mücadelesi sürüyor. Vigo'nun moto kuryelerin haklarını gasp etmesine i...

Vigo Moto Kuryeleri ücretlerinin paket başı ücretlerinin gasp edilmesine karşı başlattıkları eylemin 10'uncu gününde Vigo Genel Merkezi'nin bulunduğu Kozyatağı Nida Kule önündeydi. ...

Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları İzleme Merkezi, İsrail işgal ordusunun, dün Gazze Şehri ve kuzey bölgelerinde evlerine dönmeye çalışan binlerce zorla yerinden edilmiş Filistinliyi hedef al...

DİSK-AR İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Nisan ayı raporu yayınlandı. Buna göre geniş tanımlı işsiz sayısı artıyor. Rapora göre: ...

2 Nisan günü öğle saatlerinde İstanbul’da 16 katlı bir binada yangın çıktığı haberi hızla yayıldı. Binanın eksi birinci ve eksi ikinci katında yapılan tadilat sırasında yaşana...

İSİG Meclisi, 2024 Mart ayı iş cinayetleri raporunu yayınladı. Buna göre, Ocak ayında 161, Şubat ayında 149, Mart ayında 115… 2024 yılının ilk üç ayında en az 425 işçi hayatın...

2024 1 Mayıs Taksim Platformu, Gayrettepe' de bulunan Masquerade Clup önünde iş cinayetlerinde katledilen işçileri anarak, işçi cinayetlerine karşı 1 Mayıs'ta Taksim’e çağrı yaptı. ...

  Covid-19 nedeniyle 13 Nisan 2020'de yaşamını yitiren devrimci işçi, Dev Yapı-İş temsilcisi Hasan Oğuz, Habipler Yayla Mezarlığındaki mezarı başında anıldı. ...

  Cumartesi Anneleri 949. Haftasında 29 yıl önde gözaltında kaybedilen Ali İhsan Dağlı için Galatasaray Meydanı'ndaydı. ...

Arama

 

LENİNİST TEORİ

ÖNSÖZ

           Tüm Sayılar

Yeni Kitaplarımız

E-Kitap

Tüm E-Kitaplar için resme tıklayınız...

Devrimin Çağrısı

 

Editoryal 2023-2

 

Zafere Kadar Genç Yoldaş

Ukrayna Kimin Savaşı

 

Dergilerle Kısa Tarih