Yazdır

 

14 Nisan sabahında üç haydut emperyalist, ancak embesillerin kanabileceği bir “kimyasal saldırı” tiyatrosunu bahane ederek, Suriye topraklarına yüzden fazla füze fırlattı. Şam halkı sokakları doldurdu, “sığınaklarda değil, buradayız!” haykırışlarıyla. Meselenin askeri teknik yanını bir yana bırakalım, çünkü şahit olduğumuz bu manzara, tarihi nitelikte bir andır. Tomahawkların önünde dehşetle sağa sola kaçışmayan bir halk! Amerika için kabusların en büyüğü -Nasıl ki 1956’da Süveyş’i millileştiren Mısır’a karşı en yüklü donanmalarını yollayan Fransa ve İngiltere’nin yolu, bir ABD destroyeriyle kesildiğinde bu, ABD çağının tescili anlamı taşıdıysa; 2018 Suriye füze saldırısı da, artık bu çağın kapandığının tescili olmuştur. Ama kral devrilirken tahtı da, sarayı da parça parça ediyor.

ABD hegemonyasının çöküşü elbette yeni değil, bu olguya leninistler onbeş yıldan uzun süredir dikkat çektiler. Çöküşünü gören hegemon, tahta yeniden kurulabilmek için 3. Dünya savaşını başlatmıştı, ancak bu amaç için giriştiği Afganistan ve Irak işgallerinden arzuladığının tam tersi sonuçlar aldı. Suriye savaşı yeni bir umut doğurmuştu ya, artık ABD’nin hegemonya yürütecek, mali, diplomatik ve siyasi takati kalmamıştı. Trump, bu düşüşün nedeni değil, sonucudur; derindeki yaranın yüzeydeki irinidir tüm iğrençliğiyle.

ABD için, geriye kalan tek enstrüman, yüksek askeri kapasiteydi. Ve 14 Nisan sabahı bu kapasitesinin çapı ortaya çıktı, üstelik İngiltere ve Fransa’nın desteğine rağmen. Görüldü ki, askeri üstünlük farkı neredeyse kapanmıştır. Rusya, ekonomik kapasite sınırlılığı nedeniyle, bu kapasite yarışını uzun süre devam ettiremez. Ama farkın kapanmış olması bile, emperyalist haydutları korkutmaya yetti. Çünkü zafer artık avuçlarında değil, savaş macerası kendilerine de çapı belirsiz bir zayiat verecektir. Asıl göze alamadıkları askeri zayiat değil, ama bunun kendi iç politikalarında yaratacağı çalkantılı sonuçlardır.

Trump’ın koltuğu öylesine sallanıyor ki, bir morondan fazlası olmayan dubya Bush’a göre daha tehlikeli bu şahıs her sallantıda eteklerinde biriktirdiği tüm ergen komplekslerini saçıveriyor. Büyük çaplı bir askeri zayiat Trump’la birlikte yönetime el koyan Pentagon’u da çukurun dibine yollayacaktır. Bu karmaşık ortamda, bir iç-savaşın sınırlarında gezinen kutuplaşmanın, Amerikan toplumunu sonucu öngörülmez kavgalara sürükleyeceği açıktır.

Benzer kaygılar, ajan zehirleme zırvalığıyla dünyaya alay konusu olan İngiliz hükümeti için de geçerlidir. Bir yanda, ensesinde boza pişiren Gorbyn’li İşçi Partisi’nin öfkeli soluğu diğer yanda AB’den ayrılmanın (Brexit) ağır mali yükleri, demir leydiliğe heveslenen Theresa May’i tam bir savaş kışkırtıcısına çevirdi. Oysa İngiliz işçi ve emekçileri, dünyanın en güçlü savaş-karşıtı hareketine sahip. Bu yüzden, askeri zayiatın sonuçları, Londra için çok daha sarsıcı olacaktı. Fransa ise, 68 Baharı’nın ellinci yılında, genel grev ve işgal edilen üniversitelere sahne oluyor, yani Macron’nun başı fena halde dertte. Böylece bu üç silahşor, kendi kalelerinde mayalanıp köpürmeye başlayan keskin sınıf mücadelesinin önüne geçebilmek için, Şam önünde buluşup, yüklü ganimetle geri dönmeyi istediler. Ama perperişan geri dönmektense, elleri boş dönmek kendileri için daha hayırlı göründü.

Manzaranın sunduğu tarihsel eğilimleri netleştirelim, öncelikle altını kalın harflerle çizelim: Dönemin karakterini belirleyen faktör küresel iç-savaştır; dünya burjuvazisi ile dünya proleter ve emekçilerin iç-savaşı... Suriye gibi, paylaşmaya değecek bir zenginliğin varsa da artık kalmadığı bir ülke üzerinden süren bilek güreşinin ardında, emekçi sınıfların yaygınlaşan isyanlarında ipleri elinden kaçırmamak için çırpınan burjuvazinin tarihsel korkusu beliriyor. İkincisi, ABD kendine olan güvenini kaybetti, müttefiklerine kolay bir zafer, sürdürülebilir bir düzen ve kazanç vaat edemiyor. Emperyal hegemonya koltuğu boş, kral geride bir veliaht bırakmadı. Üçüncüsü, henüz küresel bir dizayn yapma gücüne erişemeyen Çin ve Rusya, bölgesel sorunlarla, ABD’nin Avrupa emperyalizminin alternatifi olarak öne çıktılar. Suriye, bu bölgesel gücün, diplomasi ve mali kapasitenin ötesine geçerek, askeri bir kapasite de sunabildiğinin kanıtı oldu. 14 Nisan’da üç haydut yan yana geldiklerinde yeterince korkutucu bir görüntü vereceklerini düşündüler, Rusya’nın sessizce bir kenara çekileceğini hesapladılar. Ama öyle olmadı. Rusya kendi müttefikini, gerekirse bu savaşla korumaya alacağı güvenini verdi. Böylece, emperyalist-kapitalist hegemonya sisteminin bölgesel ölçeklerde dağılmasını hızlandıran merkezkaç kuvvetin etkisi, belirleyici olabilme seviyesine geldi. Şam ahalisine Tomahawk’ların gölgesinde cesaret veren, bu güvendi.

Burada özetlenen tarihsel eğilimlerin bazı sonuçları son derece önemlidir. Emperyalist-kapitalist dünya sisteminin ancak hegemon bir gücün elinde belli bir istikrar kazanabildiği herkesçe kabul gören bir gerçek. Şimdi bu sistemin her açıdan dağılışına tanıklık ediyoruz. ABD ve AB dağılışı önleyebilmek için her şeyi yaptılar ve geldikleri nokta, birbirlerine karşı gümrük duvarlarını yükseltmektir. Gümrük kapışması, son kırk yıla damgasını vuran küresel birikim matrisini kökünden yıkıyor ve yerine yenisi konamıyor. Bu matrisin köşe taşları, paranın ve metaın tüm pazarlara engelsiz ulaşımı, küresel tedarik sistemiyle bağımlı ülke üretim- pazarlarının ilhakı, tüm dünyada biriken para sermayenin ABD elinde toplanıp yeniden dağıtımı ve bu ülkenin “nihai-pazar” statüsünün korunması idi. Gelinen noktada matris işlemez halde, çünkü işlemesi için ABD’nin ivmelenen borç yükünü kaldırması gerek ve artık kaldıramıyor. Hegemonik konumun çöküşü borçların maliyetini arttırdı, içeride emekçi sınıfları isyana teşvik eden ekonomik yıkım ve toplumsal çürümeyi ağırlaştırdı. Bu nedenlerle ABD, kaybettiği tahtı yeniden kazanabilmek için giriştiği hamleleri daha fazla tolore edemiyor. Her operasyonun faturasını müttefiklerine kesebilmek, giderek uzaklaşan bir serap.

Küresel birikimin matrisi dağılırken, tam ilhak yolunda epeyce mesafe kat etmiş. Bağımlı ülkeleri bekleyen felaket, tahminlerin ve tahayyülün ötesinde matris işlediği sürece, muazzam miktarda para sermaye çekirge sürüsü misali bağımlı ülkeleri dolaşıyor, bu döngünün devri ve sürekliliği, bağımlı ülke ekonomilerini her adımda entegrasyonun içine çekiyordu. Bu ülkeler artık o noktada, döngüyle sağlanan finansman olmadan ne üretim ne ticaret yapabilirler. Şimdi yükselen gümrük duvarları döngüyü yavaşlatıyor, kaynaklar kuruyor, daha pahalı hale geliyor. Türkiye gibi ülkeler, ipin ucunda sallanıyor.

Suriye semalarında berraklaşan manzara Türkiye’yi yalnızca ekonomik yönden vurmuyor; siyasi ve diplomatik çöküşün tüm koşullarını hazırlıyor. Son füze tiyatrosunda anlaşıldı ki, Rusya, TSK’yı Afrin’in içlerine kadar çekerken, tam da bu günleri hesaba katıyordu. Bu saldırıya vahşi bir hevesle destek veren dinci-faşizme karşı ustalığını konuşturdu. Suriye’deki bilek güreşi, bir noktadan sonra, küresel güçlerin doğrudan karşı karşıya gelmelerine yol açacaktı, bu belliydi. Ve böyle bir durumda, Suriye’nin her yanına yerleşmiş silahlı çeteler büyük tehdit yaratıyordu. Rusya, Astana’da masaya çektiği dinci-faşizmi, Suriye’nin farklı bölgelerinde taşınan çetelere bekçi olarak atadı. Bu çetelerin, Suudiler veya İsrail gibi söz geçiremediği bu hasıma değil, ama enerjide kendisine bağımlı, hava savunma sistemini bir açıp bir kapayarak ordusuna rehine muamelesi yapabildiği Türkiye’ye teslim etmek çok daha akıllıcaydı. Rusya’nın planı tuttu. Kimyasal saldırı senaryosunun köpürtüldüğü günlerde, TC’ye emanet çeteler Şam’a yürüme hazırlığına girdiler. Ancak Afrin hatırlatmasından sonra dinci-faşizm bu çeteleri en azından suskun kalmaya sevk etti.

Bu durumun ABD için tam bir hayal kırıklığı olduğunu söylemeye gerek yok. Çünkü, üç haydut, savaş kılıçlarını çekerken, kara gücü olarak bu çetelere güveniyorlar. Ancak, dinci-faşizm tehdidi görüp “tarafsızlık” havası estirmeye başladığında, hava saldırıları kadük kaldı. Taze dışişleri bakanı Pompes “Türkiye’nin müttefikimiz olduğuna inanmıyorum” lafını canlı yayında senato önünde dile getirdi.

Yine de bu durum, dinci faşizm için, sürdürülebilir değil. Yakın zamana dek, başkalarının omuzları üzerinde yapılan bilek güreşinin yerini, füzeler ve havada uçuşan karşılıklı tehditler aldı. Yani, RTE’nin pek sevdiği sözle anlatırsak, “bi taraf olan artık bertaraf” olur. Üstelik, dinci-faşizmin emanet deposuna en son kayıt yaptıran grup, Duma’da kimyasal provokasyonun altında imzası olan çete. Bunların kontrolü, dinci-faşizmin boyunu aşıyor. Bu saatten sonra her an kendini, ABD yanında, Rusya’ya karşı savaşırken bulabilir. Bu kaymanın önüne geçebilmek, Sarayın harcı değil.

Ve bu son durum devletin bekasına odaklanan TSK’nın, dinci-faşizme olan mecburiyetini ortadan kaldırıyor. Hatırlanacaktır, Afrin operasyonu sırasında aşırı kayıplar veren çeteler, bir ara TSK’nın kontrolünden çıkmış olaya bizzat el koyan saray sayesinde kontrol yeniden sağlamıştı.

Çeteler üzerinde etkili olan dinci-faşist gölge, kısa kalmaya başlayınca, kapanmamış eski hesaplar eteklerden dökülmeye başladı. 28 Şubat davasında yağdırılan cezaları böyle okumak gerek. Ama, kulağına kulağına klarnet üflenirken, rütbesiz askerin selfi çektiği bir genel kurmayın sıfır düzey seyreden otoritesi yanında, 28 Şubat için ödenen kefaret nedir ki?

Şiar Coşkun