96 Mayısında cezaevlerindeki birliği parçalamak, komünal yaşamı dağıtmak isteyen faşizmin gerici planlarıyla bir kez daha karşı karşıya kalmıştı devrimci tutsaklar. Eskişehir tabutluğunun açılması, tutsakların oraya kaçırılması ve yeni tutuklananların da bu hücre tipi tabutluğa götürülmesine, zindanlardaki devrimcilerden destek gecikmedi. Faşizmin saldırılarına karşı devrimci tutsaklar bedenlerini açlığa yatırdılar.

Devrimciler için en önemli olanı, canlarından daha ileri olanı, iradelerini teslim almak istiyorlardı. Faşist devletin tutsakların iradesini teslim alma girişimi istediği gibi sonuçlanmadı.

Açlıkla verilen savaş, devrimci tutsakların örgütlü olduğu 26 zindanda 20 Mayıs 1996’da başlamıştı. 26 ayrı yer, 26 ayrı zindan... Yan yana olmasalar da tek yürekti hepsi. Tek bir ağızdan haykırıyorlardı “Asla Teslim Olmayacağız” diye. Devletin cezaevlerindeki tutsaklara teslim olun çağrısına karşı, zindanlardan yankılanan cevaptı bu.

Zindanda açlık, dışarıda ise faşizmin karalama kampanyaları vardı. “Bunlar yiyecek saklamışlar gizlice yiyorlar” atıflarına tutsaklardan yanıt gecikmedi. Ölümsüzleşenlerin verdiği yanıtlar tokat gibi çarptı yüzüne düşmanın. Ölümü göze alarak çıktıkları bu yoldaki kararlılıkla 45. günün sonunda açlık ölüme çevrildi… Ölüm orucuna yatırıldı gencecik bedenler. 60. günün sonunda günler ardı ardına ölüm haberleriyle gelmeye başladı.

Kolay değildir bile bile ölüme yürümek, aç yaşamak günlerce, faşizmin karşısında dik durmak, elleri kanlı celladın üzerine üzerine yürümek.

Açlığa yatırılan bedenler birer birer düştü toprağa. Her gün 1, 3, 5, 7, 12... Teker teker yayıldı zindanlarda ölümsüzleşenlerin haberleri kulaktan kulağa... Sıranın kendisine geleceğini bile bile hiç tereddüt etmediler, bir an bile vazgeçmeyi düşünmediler. Yenilen faşizm olmuştu. Devrimciler bir kez daha yanıltmıştı katilleri. “Ölürüz” dediklerinde ölebileceklerini ölümsüzleşerek göstermişlerdi.

Ölüm Orucu eylemi halk kitlelerine güven vermiş, halkların yüzünü devrime, devrimcilere döndürmüştü. Devrimci tutsakların mücadeledeki kararlılıkları dışarıdaki yaşamı da durdurmuştu. Çocukları için her dakika eylemde olan analar, yoldaşları için tetikte bekleyenler de dışarıdaki mücadeleyi yükseltiyorlardı. “Çocuklarımızı öldürtmeyeceğiz” diye haykırıyorlardı. Çocukları sayesinde faşizmin gerçek yüzüyle karşılaşan anaların öfkesi büyüyordu. Onlar için her bir devrimci, evlatları olmuştu. Eylem anaları da devrim cephesine kazandırmıştı.

22 yıl önce devrimci tutsakların kazandıkları bir zafer vardı… 96 Ölüm Orucu zaferle sonuçlanmıştı. Faşizmin saldırılarına karşı devrimciler, bir sınavı daha başarıyla vermişler, halkların güvenini kazanmışlardı.

Yıllardır kanla yıkanan bu topraklarda devrim, ölümsüzleşenlerin, mücadele edenlerin omuzlarında yükseliyor. 96’dan bugüne tarih bir çok zindan savaşına tanık oldu, kayıt altına aldı. Devrimciler kararlı duruşlarıyla, iradelerini teslim almak isteyen faşizme karşı kararlı bir savaş yürüttü. Ve toplumu teslim alamayacaklarını gösterdiler.

Devrimci tutsakların savaşımları zindanlarda hep dönüm noktası olmuştur. Bu yüzdendir ki faşizm, topluma yönelik her saldırısında önce tutsakları teslim almak ister. İlk savaşı önce onlarla verir. Çünkü toplumun kararlılığı, zindanlardaki komünistlerin kararlılığıdır.

Bugün zindanlarda yürütülen mücadele, bize dünden miras kalmıştır. Devrimciler geleceği kendi elleriyle hazırladılar.

Devrimi iktidarın alınışıyla taçlandırana dek cezaevlerinde yaşanan kavganın son sözü hep aynı olacaktır! “Asla teslim olmayacağız”. Zindanlar Yıkılsın tutsaklara Özgürlük!