< “Kendi Ayaklarımız Üzerinde Durabiliriz”

Merhaba, ben İstanbul’da yaşıyorum, 28 yaşındayım. 6,5 ay önce eşimle ayrıldık. 4 buçuk yaşında bir oğlum var. Aslında herkes gibi sıradan bir yaşamım var.

İki mesleğim var biri doğum fotoğrafçılığı diğeri ise ön muhasebe. Doğum fotoğrafçılığını eşimle birlikte yapıyorduk. Fuarlara gidiyorduk, genelde fotoğrafçıları gezip fotoğraf, ışık eğitimi veriyorduk. Lisans ve belgelerimizi bakanlıktan alıyorduk. Sanat odalarına gidiyorduk onların belirlediği zamanlarda eğitmenlik yapıyorduk. Oralarda eğitimler veriyorduk. Size temel eğitimleri veriyorduk. Fotoğraf makinası üzerinde ışık ayarlanması, hangi açıdan ne çekeceğinizi anlatıyoruz. Çünkü doğum anını çekiyorsunuz, ama hiçbir karede annenin mahrem yerlerinin görünmemesi gerekiyor. Bunlar çok önemli. Bilgisayar üzerinde de eğitim verildikten sonra bakanlıktan gelen hocalarla birlikte barko-vizyonlarda aldığımız eğitimlerin testlerini yapıyoruz. Belge almaya hak kazananlar, artık çekim yapabiliyor.

Şimdi eline makine alan fotoğrafçıyım diyor maalesef. Hele doğum fotoğrafçılığı, çok zor bir meslektir. Çok yüksek riskleri var. Steril bir ortama giriyorsun. Herhangi bir komplikasyon geliştiğinde ne yapacağınızı bilmeniz gerekiyor. Normal doğumlarda anne telaşlanıyor. Birçok defası doğumhaneden kovuldum mesela. Kadın herkesi kovuyor. Doktoru kovuyor, eşini kovuyor, beni kovuyor. Önüne gelene sövüyor.

Çok güzel bir meslek aslında. Düğün günü çekimler yapılmıyor artık. Ya öncesinde ya da sonrasında yapılıyor. Gelinlik kirletme denilen bir olay var. Gün sonunda sahilde, kumların içinde, denizde falan çekimler yapılıyor. Ondan daha revaçta olansa doğum fotoğrafçılığı. Kendi iş yerimi kapattıktan sonra ön muhasebeye, ilk mesleğime geri döndüm. 

Boşanma sürecinden çok etkilenmedim, sadece “evim değişti” diyorum. 6 senelik bir evliliğin 11 senelik bir birlikteliğin büyük bir alışkanlığı oluyor elbette. Çocukluğunuzu hayatınızdan çıkartıyorsunuz. Ortada bir çocuk var, mecburen görüşmek zorunda kalıyorsunuz. İster istemez etkileniyorsunuz.

Bu süreci tek başıma atlattım. Medeni şekilde bittikten sonra kadın bir şekilde ayakta durabiliyor kendini salmaz ve güçlü kalırsa. En ufak bir sallanmada çok daha tehlikeli ve riskli bir boyuta dönüşebiliyor.

Günde 10 saat çalışıyorum, Cumartesi günleri 6-7 saat arası değişiyor. Çocuğum hafta içi okulda, hafta sonu anneannesinin yanında. Çok iyi bir yerde eğitim alıyor. Baba, anneanne, babaanne ilgili oldukları için de hiç aklım onda kalmıyor. Anne babası ayrı çocukların özel çocuklar olduğunu düşünüyorum. Oğlum bu süreci kolay atlattı. “Evlerimizi ayırmak zorundayız. Babanla aynı evde kalamıyoruz. Ama her zaman senin arkandayız. Seni çok seviyoruz. Ne zaman kiminle istersen kalabilirsin. Babanın yanında beni benim yanımda babanı arayabilirsin. Senin için her zaman bir araya geleceğiz” dediğinizde çocuk anlayabiliyor. Nasıl yetiştirdiğinizle alakalı bir durum. Benim yanımda ağlayıp babasını isteseydi, babasının yanında beni isteseydi zor olabilirdi. Oğlum da büyük fedakarlıklarda bulundu. O bizim için her zaman bir bireydi. Eve bir şey alırken de ona danışırdık. Anlayışla karşıladığı için ben de çok zorlanmadım.

Çalışan, genç ve toplumda “dul” olarak görülen bir kadınsanız, çalışırken normal yükünüzün beş katı ağır yükünüz oluyor. Olabildiğince güçlü olmak zorundasınız. Boşanan bir sürü kadın var. Etrafımda boşanan bir sürü kadın var. 10 arkadaşımızdan 8’i “dul”. Neredeyse hepsi ya depresyonda, ya çocuklarına faydalı olamıyor ya da çalışmayıp nafakayla geçiniyor. Saçma sapan yaşıyorlar. Hiçbir zaman öyle bir kadın olmadım. Her zaman etrafımda takdir edilen bir kadın oldum.

Ayaklarımın üzerinde durmak zorundayım. Kendimi, çocuğumu, ailemi, işimi, toplumdaki yerimi, benimle aynı statüde olan kadınları daha çok korumalıyım.

Başıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum. Bakırköy’de bir güzellik merkezine gidiyordum. Çıktım oradan, kulaklığımı taktım yürüyorum. Önümde 17-18 yaşlarında güzelce, çıtı pıtı bir kız yürüyor. Dershaneye gidiyordu herhalde elinde kitapları vardı.

Arkasından bir adam takip ediyor. Kıza laf attı herhalde, kız şöyle bir döndü yüzünde öyle bir korku vardı ki görmeniz gerekir. Kız yürümeye devam etti. Hızlandım ve adamın yanına yanaştım. Bir daha sözlü tacizde bulundu. Kızın yanından geçerken kıza sürtünerek geçti. Adamı omzundan tutup çektim “hayırdır, ne oluyor” dedim. Kıza da kızdım ama “neden sesini çıkartmıyorsun” diye. “Nasıl sesimi çıkartayım kocaman adama. Millet yanlış gözle bana bakar” dedi. Mini etek giyip, makyaj yaptığı için suçlu duruma düşeceğini düşünüyordu.

“Sen sessiz kaldığın sürece, senin yanından gidip başkasına yapacak. Onun yanından çıkıp başkasına yapacak. Sana yapılan şeye ben müdahale ediyorum. Sen kendine yapılana müdahale et ki, başkasına yapılana da müdahale edebilesin. Hem kendini koru, hem de aynı statüde olduğun kadınları koru ne gerek var. Zaten ikinci sınıf insan muamelesi görüyoruz kadın olduğumuz için, ne gerek var.” Kız defalarca kez teşekkür etti. Adam korkarak uzaklaştı bağırıp teşhir ettim çünkü adamı rezil olsun diye. Kız defalarca kez teşekkür etti. Aslında kendi yapabileceği bir şeydi…

Bir Kadın