< < Olgularla İç Savaş – 13

 

Politik hayata yeni yeni uyanan, gerçek toplumsal konumlarıyla devrimin tabanı olan dev bir kitle, uzun yılların yerleştirdiği önyargıları henüz aşamamıştı. Kendi yaşam biçimleri ve toplumsal konumları yeni iktidar bloğu tarafından tehdit edildiği için gerçek içeriğini ve politik anlamını tam kavramamış olsalar da uyanmaya başlamışlardı. Zaten Marx’ın da dediği gibi, devrim tarih sahnesine girerken elindeki bayrak hiçbir zaman kendi bayrağı değildir. Yeni yeni uyanan kitleler, o “saf” vatanseverlik duygularıyla Genelkurmay’ın peşine takılıp Cumhuriyet mitinglerine katılsalar da kısa sürede sola kaydılar. Bunun en açık kanıtı, daha sonra üzerinde duracağımız 2013 Haziran Halk Ayaklanmasıdır. Bir devrim için en uygunsuz olan şey uyanmak istemeyen kitlelerdir. Kitleler bir kez politik hayata katıldığında, gerçeklerin hızla farkına varır, politik konumlarını ona göre belirlerler.

Devrimin sınıf ilişkileri bu aşamada iyice canlanmış ve hareketlilik kazanmaya başlamıştı. Toplumdaki, bütün sınıf ve katmanlar sürekli hareket halindedir. İç savaş, gelişmeleri bugüne kadar sessizce bir kenardan izleyenleri de kaçınılmaz olarak içine çekmeye başlamıştır. Devrim, olağanüstü karmaşık biçimde kitleleri harekete geçmeye zorlamaktadır. Bu çekimin nedeni, giderek sertleşen ve derinleşen toplumsal çelişkilerdir.

1 Mayıs 2007’ye gelirken genel durum buydu. 1 Mayıs yaklaşırken ileri işçilerin önemli bir bölümü Taksim’e çıkmak, 1 Mayıs’ı 1 Mayıs Alanı’nda kutlamak gerektiğini açık açık tartışmaya, savunmaya başlamışlardı. Sendikalar ve onların peşinden giden uzlaşmacı sosyalistler, bir yıl önce işçi sınıfı içinde öne çıkan bu eğilimi görmezden gelerek, Taksim’e gitmek umuduyla Saraçhane’de toplanan kitleyi Taksim yerine Yenikapı’ya götürmüşlerdi. Bu sefer işçilerin kararlılığı karşısında sırtlarını Taksim’e dönemediler, 1 Mayıs 1977 katliamının 30. yılı nedeniyle Taksim’de ısrar etmek zorunda kaldılar. Türk-İş ise Kadıköy’de miting kararı aldı.

1 Mayıs’ta polis, Taksim’e girişi engellemek için akşamdan Taksim meydanını ve Taksim’e çıkan bütün yolları kapattığı gibi, sabahtan itibaren de Şişli, Mecidiyeköy, Zincirlikuyu, Barbaros Bulvarı, Beşiktaş, Galata Köprüsü, Unkapanı, Tarlabaşı gibi Taksim’e çıkan ana arterleri ve ara yolları da keserek bütün İstanbul’da hayatı felce uğrattı. Buna rağmen işçiler ve emekçiler sabah erken saatlerden başlayarak dört koldan Taksim’e yürümeye başladılar. Ara sokaklar dahil Taksim’e çıkan bütün yollarda sokak çatışmaları yaşanıyordu. Pek çok kentten İstanbul’a getirilen onbinlerce polisle işçi ve emekçiler arasındaki çatışmalar saatlerce sürdü. Öğrenci gençlik işçi sınıfının yanında omuz omuza kavga veriyordu. İşçi sınıfı ve emekçilerin çatışa çatışa Taksim’e çıkıp Kızıl Meydan’ı ele geçireceğini anlayan hükümet ve valilik geri adım attı: “Makul sayıda” insanın Taksim’e girmesine “izin” verdi. Polisin geri çekilmesiyle birlikte, zaten Taksim’e girmeye başlamış olan binlerce kitle bir anda Kızıl Meydan’a akın etti. Onbinlerce işçi ve emekçi Taksim’i ele geçirmişti. Birkaç bin kişinin ancak gittiği Kadıköy’deki “yasal” miting bir fiyasko yaşarken, Taksim 1 Mayıs Alanı, Leninistler, işçiler ve emekçiler tarafından fethedildi.

Bu eylem Leninist Partinin “Taksim’de Israr Devrimde Isrardır” şiarıyla yıllardır sürdürdüğü politikanın işçi ve emekçiler tarafından benimsendiğinin kanıtı oldu.

Bu topraklarda devrimci mücadele de kriz de yeni değildi. Yıllardan beri bir türlü atlatılamayan, kronikleşen kriz koşullarında tekelci sermaye, toplumu yönetemez durumdaydı. O gün bu gündür, ekonomik, politik, toplumsal egemenliği elinden kaçıran sermaye, yönetemediği toplumla savaşıyor. Bu savaşta, tekelci sermayenin egemenlik aygıtı olan faşist devlet tam bir iç savaş aygıtı oldu. Ordusu, polisi, korucusu, adli bürokratik mekanizması ve hükümetleriyle tam bir işbirliği ve uyum vardı.

Çoklu koalisyonlara rağmen işleyen bu mekanizma, devrimin baskısıyla, artık işleyemez hale gelmişti. Devrimin giderek artan baskısı, devlet kurumları arasında çelişki ve çatışmalara yol açmaya başlamıştı. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimleri parlamentoda krize yol açtı. Bu çatışmalı süreç iki taraftan birinin üstün gelmesine ve diğerini tasfiyesine kadar gidecekti.

Parlamenter çoğunluğu elinde bulunduran dinci-faşist parti, bunu parlamento yoluyla yapamayacağını biliyordu. Ordu ve bürokratik yapıda kendi kadrolarına dayanmadan bu olmazdı. Bu süreçte, daha sonra FETÖ diyecekleri dinci grup dahil, bütün tarikatlar ve dinci gruplarla ittifak kurdular. Ordu içindeki farklı burjuva güçlerin -eski iktidar bloğu- tasfiyesine ABD ve NATO da destek verdi. Ergenekon, Balyoz vb operasyonlarla bu tasfiye sürecine girildi.

Bu tasfiyeler kapalı kapılar ardında, masa başı planlarıyla olamazdı, olmadı. Şemdinli iddianamesinde “bazı hakimleri hizaya getirmek” için bombaların kullanıldığı yer almıştı. Şimdi bombalar Kürdistan’da değil, Ankara’nın göbeğinde patlamaya başladı. Ulus Çarşısı’ndaki patlama, ordunun eski konumunu ele geçirme isteğinin, yani topyekün iç savaş düzenine geçilmesi ve her şeyin ordunun emrine verilmesi isteğinin ifadesiydi.

Bu bombadan hemen sonra ordu, kitleleri yardıma çağırdı. “Terörü Te’lin” deyince Çağlayan-Tandoğan-Gündoğdu mitinglerine katılan yüzbinleri yedekleyebileceklerini sandılar. Ancak böyle olmadı. Onca şoven kampanya, ulus çarşısında hayatını kaybeden emekçi sınıftan insanların tekelci faşist basında ve tv’lerde günlerce tefrika edilen dramları da buna yetmedi. Genel Kurmay bildirilerinde yüzbinler göreve çağrılsa da kimse gelmedi. Toplumsal tabanını genişleterek hem tasfiyeleri durdurmayı hem de gelişen devrim karşısında kendi gücünü tahkim etmeyi uman Genel Kurmay hayal kırıklığı yaşadı. Çünkü devrimle karşı-devrim arasındaki mücadele keskinleşiyor, toplumsal kutuplaşma derinleşiyor, saflar belirginleşmeye başlıyordu. Devrimin gelişip güçlenmesi, karşı-devrimi daha uç noktalara doğru itiyor, karşı devrim kampında parçalanmalara yol açıyordu. Ama bu süreçte artık devrimle karşı-devrim arasındaki hesaplaşma yerel, bölgesel, mevzi çatışmalarını aşmaya başlamış, büyük ayaklanmalara doğru ilerlemekteydi. Devrimle karşı-devrim, adeta meydan muharebesine hazırlanan ordular gibi güç biriktirmeye, büyük güçleri harekete çekmeye başlamıştı.

Özgür Güven