Makale Dizini

Yaz sayımızda estetiğin kategorilerinden trajik-olan ile komik-olanı ele almış ancak komik-olanın ayrıntılarına girememiştik. Bu sayımızda da komik-olanı ele alacak ve uzun zamandır üzerinde durduğumuz estetiğin kategorilerini incelemeye burada son vereceğiz. Artık bu teorik yaklaşım çerçevesinde, yaratılan sanat eserlerinin incelemesine geçeceğiz.

Tüm diğer estetik kategorilerinde olduğu gibi komik-olan, ideal-olanla gerçek-olanın çatışmasından doğar. “Gerçek-olan ile ideal-olan arasındaki çatışma, mutlaka trajik-olan bir sonuca götürmeyebilir bizi. Bir çatışmanın trajik olarak çözümü, daha önce de gördüğümüz gibi, ideal-olanın gerçek-olanla çarpışmasında yatmaktadır. Ama bu çatışmada, eğer gerçek-olan bir yenilgi alırsa; eğer insanın yaşamındaki bir alana baktığımız ya da onu sanatsal olarak verilişini algıladığımız zaman, onu çirkin, aşağı, içi boş, yalınkat, kısacası ideal-olanla çelişik bulup gülüyorsak ve gülüşümüzde, acı ve içten katı alayla ya da kahkahayla onu ‘yıkıyorsak’, o zaman bu olay komiktir.” (183)

Günlük yaşamda çeşitli nedenlerle güleriz, izlediğimiz bir oyundaki komik karaktere, anlatılan bir fıkraya, küçük bir çocuğun davranışlarına, bir insanın düşüşüne… Düşen bir insanı gördüğümüzde, sakar birisiyle karşılaştığımızda güleriz. Her güldüğümüz olay komik midir? Elbette değildir. “Gülünç-olan” ile “Komik-olan” aynı şeymiş gibi algılansa da aynı şeyler değildir. Gülünç-olanı Kagan psikofizyolojik bir oluntu olarak belirler, komik-olan ise estetik bir olgudur. Bir insana sakar olduğu için gülüyorsak burada estetik bir değer yoktur. Ya da fiziksel bir özelliğinden dolayı bir insanı komik buluyorsak, burada da estetik bir değer yoktur, o nedenle de komik değildir. Günümüzde birçok parodide, insanların fiziksel özellikleri, kültürel nitelikleri, şiveleri üzerinden yapılan komedilerde estetik bir olgu olan komiği bulamayız.

Orhan Kemal’in Murtaza’sı, kendi kimliğini ve kişiliğini geçmiş köklerinde arayan, savaşta kahramanlıklar yapmış ve orada ölmüş olan dayısının kanından gelmekle gururlanan, “her şeyin başında disiplin gelir” diyen, üzerine geçirdiği bekçi kıyafetiyle tüm dünyaya hükmedeceğini sanan, bunun içinde elinden geleni yapan bir adamdır. Onu tanımak için şu sözü yeterlidir; “Gördüm kurs, aldım çok sıkı terbiye ve disiplin amirlerimden, görseydin kurs, alsaydın amirlerinden çok sıkı disiplin konuşmazdın büyle cayıl cayıl.”

Evlidir, çocukları vardır ama gözünde hiçbir şey yoktur. Mahalledeki kediler bile onun disiplininden şikayetçidir. Gecenin bir saati açık olan lambadan bile kendini sorumlu hisseder. Ona göre, “Yukarıda Allah, Ankara’da devlet, burada da ben” ... Daha sonra, “yüksek hizmetler” için bir fabrikanın gece bekçiliğine geçer. Mahalleli böylece kurtulmuştur. Bu kez fabrikada görevler onu beklemektedir. İşçilerin sigara molalarına, tuvalet saatlerine karışır. “Vazife bir sırasında gözün görmicek dünyayı, demiyeceksin evladım, ciğerparem”; patrondan çok patronculuk oynar ve “vazife bir sırasında” uyuyan kızını yakalar ve onun ölümüne neden olur.

Orhan Kemal uçlaştırdığı disiplin örnekleriyle bize komik bir karakter sunar. Sivri burnu, kalın kapkara kaşları, geniş alnı, kırk beş numara ayakkabılarıyla, irice bir adamdır. Bekçi üniformasını, kasketini, postallarını giyinip kuşanınca başını dik tutup göğsünü öne çıkarır ve kaz adımlarıyla yürür. Bu görünüşüyle kendisini Kolağası şehit Hasan Bey gibi hisseder. Biz, Murtaza’ya bir yandan gülerken bir yandan da acırız. Kraldan çok kralcı olması onu komik durumlara düşürür. Dışardan bakınca insanı güldüren bir tiptir Bekçi Murtaza. Tutkuları onu bir an bile rahat bırakmaz. Sürekli bir kavganın içindedir. Çevresindeki insanlarla, bazı bazı bütün insanlarla, ailesiyle, yakınlarıyla, hatta kendisiyle bile sürekli çekişir; kavga eder, inandığı doğruları kabul ettirmeye ve hemen uygulatmaya savaşır.

“Murtaza kişiliği, grotesk ve abartma yöntemiyle yaratılmış, hiciv havası ön planda olmamakla birlikte, yalnız Murtaza’nın davranışlarında değil, daha çok yazarın ironisine kattığı değişik tonlarda, zaman zaman sevecenlik gösteren, zaman zaman da aşağılayıcı bir alaya dönüşen bu ironi de ortaya çıkıyor; Murtaza’nın toplumun kurbanı olarak ya da topluma zarar veren bir insan olarak gösterildiği zamanlara göre bu hiciv tonu da değişiyor; kurban olarak gösterildiği zamanlardaki acıma ve hüzün duygusu gibi.”

 

Komedya Nedir?

Komik-olanın yansıtıldığı ve oyunun yapısını oluşturduğu başlıca oyun türlerinden biri olan komedya, egemen sınıfların elinde salt güldürü aracı, ezilen ve ilerici sınıfların elinde ise eleştiri, taşlama, yergi olarak kullanılmış, komik-olanın algılanışına göre kökenlerinden bu yana değişik anlam ve yapılar kazanmıştır.

Komedya, Bergson’un tanımıyla söyleyecek olursak, “toplumsal olanın toplumsal olmayana yönelttiği cezadır.” Komedyanın kaynakları M.Ö. 5. yüzyılda Antik Yunan’da Dionysos şenliklerindeki toplu danslara, phallus geçit törenlerine ve türkülerine dayanır. Antik Yunan’da “eski komedya”, “orta-komedya” ve “yeni-komedya” olmak üzere, üç evre geçirmiş olan komedya, Aristoteles tarafından soylu olmayan kişilerin, soylu olmayan eylemlerini sunan ve doğaçtanlığa dayanan oyunlar olarak tanımlanır. Klasik komedya, 17. yüzyılda, Fransa’da Moliere ve 18. yüzyılda Almanya’da Lessing komedyaları için kullanılan addır. Fransa’da ortaya çıkan, bölümcükleri ya da bölümleri birbirine bağlı olmayan parçalı komedya, kralların, prenslerin ve soyluların baş oyun kişisi olduğu, serüvenleri kapsayan komedyaya ise kahramanlık komedyası denir. Acıklı komedya ise, Fransa’da klasik tragedyanın işlevini yitirmesinden sonra ve Aydınlanma Dönemi tiyatrosundan önce, burjuva tragedyası ile burjuva oyunu geçiş olarak, gülünç öğesinin de katışımıyla ortaya çıkmış oyun türüdür. Tarih boyunca bu şekilde değişik biçimler alarak günümüze kadar gelmiştir.