< < İşte Bu Yüzden!

Çarpıştılar!

Uğultulu tepelerde, derelerin kıyılarında, dalları üzüm dolu asmaların altında, nar ağaçlarının gölgesinde ve zeytin tanelerinin içinde çarpıştılar.

Çarpıştılar!

Yangın bombalarının diri diri yaktığı tavşanların kömürleşmiş bedenlerinde, kimyasal gazlarla öldürülen, kurdun kuşun kalbinde çarpıştılar.

Çarpıştılar!

Ceylanların bakışlarında, uçan kuşun kanadında, çiçeğin renginde, toprağın karasında, göğün mavisinde çarpıştılar.

Çarpıştılar!

Azalırken sayıları birer üçer bir adım dahi gerilemeden ölenler için yazılan türkülerde çarpıştılar.

Çarpıştılar!

Akın akın gelirken üstlerine ölüm zebanileri, korkmadan hiç birinden, ölümsüz neferlerin adlarıyla ölümsüz neferlere dönüşerek çarpıştılar.

Efsane odur ki, Daphne dünyanın en güzel kadınıdır. Tanrı Apollon ise ona umutsuzca aşıktır. Fakat Daphne bir çobana aşıktır ve Apollon'u reddeder. Kıskançlıktan deliye dönen Apollon önce çobanı öldürür, sonra da Dophe'ye zorla "sahip olmak" ister. Daphne kaçar; dağ, deniz kuytu koyak saklanmak ister ama Apollon hep bulur onu, bir türlü bırakmaz peşini. Sonunda Daphne babası Zeus’tan yardım ister ve Zeus onu bir ağaca dönüştürerek Apollon'dan saklar. Bu ağaç defne ağacıdır.

Fakat aslı şudur ki, Daphne bir çobana değil bir devrime aşıktır. Yalnız değildir, onun gibi binlerce yoldaşı vardır. Dahası bu hikaye Homeros öncesi çağda değil çok daha sonrasında yaşanıyor.

Daphne güzel, Daphne bir devrim aşığı ancak yeraltı dünyasının ölü sevici tanrısı Hades onun bu aşkından nefret ediyor. Çünkü Hades biliyor ki, devrim demek yaşam demektir. Yaşam ise Hades için ölüm demektir.

İşte bu yüzden;

Hades, her yaprağa düşmandır, her filize, her yağmur damlasına, her ırmağa, her ormana, her uçan kuşa, soluk alıp veren her canlıya.

İşte bu yüzden;

Ormanları keser, yerine havaalanı yapar. Kuşları öldürür yerine bomba yüklü uçaklar koyar, derelerin önünü keser, yaşamın akışını söndürüp yerine elektrik ampulleri takar.

İşte bu yüzden;

Sadece insandan, kelebekten, denizden değil, rüzgar sesinden, dalga köpüğünden, çocuk şarkılarından da nefret eder.

İşte bu yüzden; Onun sevdiği tek ses, öldürdüğü insanlar için yakılan ağıtlar ve sevdiği tek renk madencileri öldüren kömür karasıdır.

İşte bu yüzden;

Bize deva olan ona zehir, ona deva olan bize ölümdür!

Çağırdığında bir kez daha tüm ölüm zebanileri hazırdı, Daphne ve yoldaşları cehennem kaçkını bu zebanileri karşılamaya. Hem de çoktan. Çünkü biliyorlardı, nicedir bekliyorlardı ölüm ordularını. Kararlıydılar devrim için çarpışmaya ve gerekirse çarpışarak ölmeye. Çekinmiyorlardı hiç mi hiç çekinmiyorlardı.

Zebaniler girdiğinde devrimin toprağına yangından yürekleriyle binlerce kardeşiyle çıktı Daphne karşılarına, korkusuzca. Korkusuzlardı düşerken bir bir yüklenirken zebaniler saflara. Korkusuzlardı, gökten ölüm yağarken. Yiğitçe dövüştüler, cesurca ama yine de daralıyordu çemberler. Daphne önce "Sakin ol!" emrini verdi kalbine, emir oradan ulaşıp demir attı bilincine... Arkada devrim önlerinde zebanileri Hades'in. Arkada anne, baba, kardeş, arkada çocuk, arkada dalda kuş yuvasında kumru, arkada kuzulu ceylan, arkada dünyanın bütün güzellikleri. Arkada özgürlük vardı özgürlük! Daphne biliyordu: Özgürlük önce insanın kalbinde filizlenir sonra toprakta boy verir köklenerek. İşte o özgürlükle ölüm arasındaki son sette kendileriydi.

İnsan özgürlüğün tadını bir aldı mı, bir daha ondan ayrılmaz, kopmaz, koparılamaz. Özdeş bir bağdır bu tamamlayıcı bir bütünlük. Bu bağ kopmamalıdır. Koparsa renkler solar, kökler çürür, dallar düşer ve ölür özgürlük. Aynı güller gibi koparıldıklarında dallarından yaşayamazlar. Oysa bazıları sanıyor ki, dalından koparılanlar yaşıyor vazolarda bir kaç gün de olsa. Fakat bu yaşamaktan sayılmaz. Dalından koparılmış güller, vazolarda ölür yavaş yavaş, azalır kokuları, yavaş yavaş, büker başını taç yaprağından yavaş yavaş dökülür yapraklar yavaş yavaş. Sonra vazodaki güller soldu denir. "Soldu" denen yavaş yavaş bir ölüm! ne tohum bırakır vazolarda ölenler ne de yeşerecek bir ümit. O ümit ki, yaşamaya değer kılanlardandı dünyayı!..

Ölmesin diye vazolarda güller, dalında özgür olsun diye hepsi, özgür olsun diye insan, kurdu kuşu özgür olsun diye günlerce dövüştüler. Özgürlüğü korumak için birer birer yıldız tozlarına dönüşürken yoldaşları an geldi Daphne aldı zihin denizinden sabrın demirini. Bir dünya güzelinin gülüşüyle açtı ışıktan yelkenlerini, ardından duyuldu o ses. O ses ki, dağı, taşı ve zebanileri yıkıp geçti. Zeytin ağaçlarıydı. Zeytin ağaçları sarıldı ona, o sarıldı zeytin ağaçlarına. O ağaçlara dönüştü ağaçlar ona.

Çıldırdı ölüler diyarındaki irin sarayında Hades! Çıldırdı ve altın varaklı irin sarayından emir buyurdu: "Ağaçları da vurun! Yakın gitsin hepsini! Hepsini sökün köklerinden!"

Şimdi zeytin ağaçlarını da öldürüyorlar. Çünkü Avesta'nın kalbinin köklerinde yaşadığını biliyorlar.

Olup bitene dair bir iki söz!

Belki çok haklı gerekçeleriniz vardır, a dostlar! Bir anlamı vardır elbet, bir denedi. Bizim de susmamız bu manada hani dostluktandır. Lakin kavga cevap istiyor. Kenarlarındaki tepelerin her metresi için canlar gitti de of demeden peki bir şehir nasıl bırakılır bir gecede? Çünkü yıkılmasın diye bırakılmaz mevzi yıkıldığında bırakılır!

Bulunur elbet politikada her şeye bir cevap. Bulunur da bulunanların onda dokuzu yanlıştır! Siz şimdi Vivaldi'den mevsimleri çalarsınız, Stravorsky kemanıyla ama gelin görün ki, bu yürek Polyuşka Polye dinliyor ve gümbür gümbür nal sesleriyle içindeki atlılar koşuyor "kızıl atlılar!...Yani siz şimdi o kemanda "Romans" çalasınız ama bizim dilimizden hala dökülür "Lexim biranu a la sor bilind e!"

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Son

Değil!

Daphne hala orada zeytin ağacının kökünde atıyor kalbi. Son zeytin ağacının köklerini de söktüğünde zebaniler, artık kayaların dibinde yaşayacak.

Bilmem anlayabiliyor musunuz?

Kenan Kızıl