Hiç ama hiç değişmiyor. Her yerde bir “milli dava”, her yerde hançere yırtan “vatan, millet, Sakarya”... Cümle yekun sermaye dünyası, “milli dava” ardında ip gibi dizilmeyi ne çok seviyor! Ve bu “milli dava”lar kar olup kasalara ne de güzel akıyor! Ne de olsa “yerli ve milli” silahlar üretiyoruz!

Yedi ülkeyle doğrudan kara sınır komşusu (Kıbrıs’ı da sayarsak sekiz, deniz aşırı komşuları sayarsak on dört ülke) olan Ankara’nın tek bir ülkeyle bile dostluk ilişkisi olmayışı ne tuhaf bir rastlantıdır!

Dinci faşizm sırasıyla savaş ve savaş gerilimini taşıyor dört yana. Her adım attığı yeri mutlaka karıştırıyor, kargaşaya sürüklüyor. Gücü yettiği yerde savaş başlatıyor. Mottosu “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” olan bir devletten başka ne beklenir ki! Herkes kötü, herkes düşman!..

Doğu Akdeniz’de yüz geri edildikten sonra sıra geldi Ermenistan’a. Bu “kadim düşman” ile hesaplaşmak için hazır Azerbaycan-Ermenistan tarihsel sorunu da var. Ankara büyük bir iştahla atıldı sahaya. Azerbaycan’dan daha Azeri kesildi. Dağlık Karabağ sorununu kaşıdı. Azerbaycan ordusunu eğitti, silah ve mühimmat desteği verdi, (S)İHA’lar gönderdi. Savaşı kışkırtmak için elindeki tüm imkanları kullandı. Sonra Suriye’ye yığdığı dinci çeteleri paralı asker olarak Azerbaycan’a gönderdi. Mal pazarlığı ile Bakü’ye pazarlanan bu tosuncuklar, karşılığı TL olarak verilmek üzere 2 bin dolardan “işe alındı”. Bakmayın şimdilerde bu iddiaları yalanladığına havuzun lağım medyasının. Bizzat ÖSO denen başıbozukların sosyal medya hesaplarında yayımlandı Bakü’ye uçak yolculukları.

Dinci çeteler, bu insanlık düşmanı caniler, savaş meydanına ulaşırken, Türk Dışişleri, Savunma Bakanlığı, Saray sözcüleri, AKP sözcüleri akla hayale gelmeyecek üslupla Ermenistan’ı tehdit etmeye başladılar. Bariz bir sahayı ısıtma, saldırıya zemin yaratma hazırlığı olduğu besbelli adımlardı bunlar. Derken 27 Eylül sabah 7 civarı saldırıyı başlattılar.

Ankara yine Bakü’den önce ve Bakü’den sert açıklamalar yaptı. İşin tuhaflığına bakın. Sahada çatışan Azerbaycan ve Dağlık Karabağ yönetimi, ama doğrudan Ermenistan’ı hedef alan açıklamalar yapan ve bunu da taraflardan bile önce yapan, Türkiye! Suçlu bundan daha açık bir şekilde kendini nasıl ele verebilir ki?

Azerbaycan kuvvetleri (bunların arasında çok sayıda tosuncuk olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın) ilk günün sonunda Dağlık Karabağ’ın güney cephesinde bir dizi alanı ele geçirmiş durumda. Karabağ devlet başkanı “Artsakh'ın (Karabağ) güneyinde pozisyonları kaybettik. Düzinelerce ölü, düzinelerce yaralı var. Azerbaycan F-16 uçağı ve Türk İHA Bayraktar kullanıyor. Sadece Azerbaycan değil, Türkiye de bizimle savaşıyor” diyor. Küçücük bir toprak parçasına iki koca devlet ve paralı asker olarak cihatçı caniler saldırıyor. Ne de olsa “tek millet, iki devlet” değil mi!

Dava böyle “milli” olunca tüm sermaye partileri de şu ya da bu şekilde davanın ardına diziliyorlar elbette. Zehirli şovenizm dili her yere sirayet ediyor. Ve herkesten önce bu ülkenin Ermenilerini hedef haline getiriyor. Ardından komşu Ermenistan’ı. Üstelik Türk yönetici sınıfının yüz yıldır tekerleme haline getirdiği “Ermeni düşmanlığı” üzerine binen bu şoven çaba, bir dizi hazır alıcıya sahip.

Dağlık Karabağ (Artsakh) sorunu köklü bir sorun ve burjuva milliyetçiler tarafından içinden çıkılmaz hale getirildi. Sovyetler’in son dönemindeki açık karşı-devrimci milliyetçi örgütlenmelerin yıkıcı çabalarıyla kanlı çatışmalara evrilen bir ulusal sorundur. Bu sorunun çözümü farklı burjuva güçlerin vahşi savaşlarıyla gerçekleşemez. Tersine, burjuva sınıflar, tam da tanık olduğumuz gibi, halkların birbirlerini boğazlamasına yol açacak politikalar güderler. Bu türden vahşi politikalar konusunda Türk tekelci sermayesi ve faşist devlet, tüm taraflar arasında açık ara öndedir. Sadece “sınır içinde” değil, ülke sınırları dışında da kelimenin gerçek anlamında vahşet yaratmaktadır. Suriye Dışişleri Bakanı “terör destekçisi” derken gerçeğin sadece bir kısmını dile getiriyor. Terör destekçiliğinin de ötesinde, yıkıcı, bozguncu, vahşi katliamların faili bir karşı-devrim merkezidir söz konusu olan. Ve bu merkez yıkılmadığı sürece ne bölge halklarına huzur var, ne ülkedeki emekçi sınıflara. Son güncel savaş bu acı gerçeği bir kez daha tüm bölge emekçilerine hatırlattı.

Bölge halklarının barış içinde kardeşçe yaşamaları mümkün. Bunun için halklar arasına düşmanlık tohumları eken, halkları birbirine kırdırmayı temel politik yöntem edinen burjuva yönetimlerin, ama en başta da bir “karşı-devrim merkezi” olarak dinci faşizmin, yıkılması ve kapitalist sistemin aşılması gerekiyor. Burjuva sınıfların yarattığı her savaş bu ivedi görevi önümüze yakıcı bir şekilde koyuyor.