Beklenti, dinci faşist iktidarın başının Bağdat seferinden sonra saldırının başlayacağı idi. Hayır, beklemediler! ...

Türkiye, resmi olmasa da, yani Meclis’te alınmış bir karar sonucu olmasa da, fiilen savaşta. Bu durum, gerçekte yeni değil ve yoğunluğu farklı olmak üzere, Suriye savaşının başından beri sözkonusu.

Yeni olan şey, son günlerdeki gelişmelerdir; gelişmelerin hızındaki olağanüstü artıştır. Tek bir hava saldırısıyla onlarca askerin öldürülmesi, dinci faşist iktidara işin şaka götürür yanı olmadığını gösterdi. Türkiye, başta ABD olmak üzere tüm emperyalistleri Suriye’de kendi cenahında savaşa çekmek ister ve bunun için gerekli tüm kışkırtıcılığı yaparken bir anda kendini, savaşın içinde buldu.

Dinci faşist iktidar, düne kadar mahallenin şımarık çocuğu gibi, Suriye ve Rojava topraklarını yol geçen hanı gibi kullanıyordu. Bunu yaparken dayandığı temel nokta, savaş yorgunu saydığı Suriye ordusunun kendisine karşı koyamayacağı hesabıydı. Evde yaptıkları bu hesap, Suriye ordusu İdlib çarşısına varana kadar doğru gözüküyordu. Ancak Suriye ordusu, Rusya’nın açık desteği ile İdlib kapılarına dayanınca evdeki hesabın İdlib çarşısına uymadığı anlaşıldı. Hesap tümden yanlış çıktı.

Türkiye, blöf yapa yapa geldiği noktada bir anda kendini savaşın ortasında buldu. Proletarya ve onun devrimci öncü işçileri açısından temel sorun ve soru şudur. Bu savaşa ve savaşın ortaya çıkaracağı koşullara karşı nasıl bir politika ile yaklaşılmalı?

Altı çizilmesi gereken birinci nokta: Bu savaş işçilerin, yoksulların, ezilen halkların, işsiz ve aç kitlelerin savaşı değil. Bu savaş, tekelci sermayenin, Koçların, Sabancıların, dinci faşist iktidar etrafında kümelenmiş bir avuç asalağın savaşıdır. Bu savaş, emperyalistlerin Suriye’yi bir “karşı devrim ve dinci faşist üretim-ihracat merkezi” haline çevirme savaşıdır. (...)

Savaşı yöneten sınıflar, sermaye sınıfı ve emperyalistlerdir. Savaş, tümüyle bu asalakların çıkarlarına uygun ve çıkarları için yürütülüyor. Dökülen kan ise, emekçi sınıfın, yoksul halkın çocuklarının kanıdır. (...)

Altı çizilmesi gereken ikinci nokta: Uzun iç savaş ve devrimci durum, düzeni, tekelci sermaye sınıfının egemenliğini hırpalamış, yıpratmış, güçten düşürmüş. Toplum büyük bir çalkantı içinde. Sermaye sınıfı ve dinci faşist iktidar, tehlike içinde olduğunu düşündükleri düzeni, topluma karşı savaşım içinde ve savaşımla ayakta tutuyorlar. Haksız değilller. Çünkü, artık toplumdaki en ufak bir kıpırtı, en küçük bir toplumsal hareket bile onları korkutuyor.

(...)

Üçüncü nokta: Ekonomik ve politik kriz içindeki burjuva egemenliğin başı üstünde fırtına bulutları giderek toplaşıyor. Savaş, bu sürece olağanüstü bir ivme katacak. Hatay, Antep, Kilis hastaneleri etrafında toplanan kalabalık, bu kalabalığın her an patlamaya yatkın olan ruh hali, bu tespitin tartışılmaz kanıtıdır. Fırtına, ayaklanma, güç kazanarak hızla yaklaşıyor.

Bu bir toplumsal devrim fırtınasıdır. Devrim, pratik güncel bir sorundur. Politik iktidarın işçi sınıfı ve müttefikleri tarafından bir devrimle ele geçirilmesinin koşulları ortaya çıkmıştır ve bu koşullar giderek olgunlaşmaktadır. Bu koşulların oluşması açık, topyekün savaştan önce başlamıştır. (...)

Bu koşullarda tüm saflar da netleşiyor. Burjuva partiler, CHP’sinden MHP’sine kadar hepsi, düzen bekçisinin, RTE’nin arkasına dizilmiş duruyorlar. Tekelci sermaye sınıfı, devrimi ezecek umuduyla, tüm güçlerin RTE ve onun partisi arkasında dizilmesinden en ufak bir rahatsızlık duymuyor. Aksine, tüm yürütme gücünü açık açık kendi şahsında toplaması, Meclis’i bir “hiç”e dönüştürmesi, bakanları, hükümeti basit birer figürana dönüştürerek tek karar mercii düzeyine gelmesi tekelci sermayenin öteden beri istediği bir şeydi. RTE’nin hevesleri tekelci sermayenin 12 Mart faşizminden beri beslediği hevesleri tamamlıyor. CHP, burada tamamlayıcı bir figürden başka bir şey değil. RTE’ye karşı gelişecek bir harekete karşı işe yaramaz göğsünü siper edeceğini açıklaması da bu rolünden dolayıdır.

İşte bu gerici burjuva partiyle “demokrasi” ya da başka bir bahaneyle ittifak önermek, burjuva egemenliğin yıkılması dışında başka bir hedefle oyalanmak devrime ihanettir. İşçi sınıfının, devrimci proletaryanın tek hedefi, devrimci koşullardan yararlanarak politik iktidarın bir devrimle ele geçirilmesidir.

Devrimci öncü işçiler, işçi sınıfına bu hedefi göstermeli, bu hedefe yürütmeliler.

Not: Makale leninist.net sitesinden kısaltılarak alınmıştır. Makalenin tam haline buradan ulaşabilirsiniz.

Kocaeli İşçi Sağlığı ve İşçi Güvenliği Meclisi (İSİG), 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda eylem yaparak çocuk işçiliğe, gençlerin güvencesiz çalıştırılmasın...

2024 1 Mayıs’ı yaklaşırken İstanbul’un işçi, emekçi bölgelerinde, kent meydanlarında 1 Mayıs çalışmaları hız kazanmış durumda. ...

Kadın işçilerin öncülüğünde şekillenen Agrobay Seracılık‘taki mücadele, içeride kalan ödenmeyen ücret ve yıllık izin alacaklarının ödenmesiyle ilk önemli kazanımını elde e...

Basına yönelik saldırılar devam ediyor. Günün ilk saatlerinden itibaren, Kürt medyasına ve emekçilerine yönelik saldırılar başladı. ...

İzmir Kemalpaşa’da bulunan Abalıoğlu-Lezita’da greve çıkan işçilerin mücadelesi 50’li günlerine ulaştı. ...

Çocuk ve genç işçiliğine ve iş cinayetlerine karşı eyleme geçen İSİG Meclisi, çocuk işçiliğin yasaklanması, eğitime verilen bütçenin artırılması, MESEM projesine son verilmesi...

Kadıköy'de açıklama yapan Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, Ocak ayında söz verilen taban maaşı haklarını sordu. Öğretmenler haklarından vazgeçmediklerini ve alıncaya kadar her...

2007 yılında, Sibelimizin annesi Sakine Sürücü ile yapılan bir söyleşiyi, ve annemizin anlatımlarını paylaşıyoruz: ...

“İnsanın idealleri uğruna yaşamasıyla, ölmesi arasında bir fark görmüyorum”... Ölüm Orucu eylemlerinde, eyleminin 122. gününde ölümsüzleşen Sibel Sürücü’nün sözleriydi b...

Arama

 

LENİNİST TEORİ

ÖNSÖZ

           Tüm Sayılar

Yeni Kitaplarımız

E-Kitap

Tüm E-Kitaplar için resme tıklayınız...

Devrimin Çağrısı

 

Editoryal 2023-2

 

Zafere Kadar Genç Yoldaş

Ukrayna Kimin Savaşı

 

Dergilerle Kısa Tarih