İzmir’de yaşanan depremin hemen sonrasında herkeste bir sorumluluğu birbirinin üzerine atma gayreti belirdi ki, sorma gitsin! Kentsel Dönüşüm Daire Başkanlığı, Bayraklı Belediyesini suçluyor hasarlı ve çürük, oturmaya elverişli olmayan binaları tespit edip mühürlemedi diye. Bayraklı Belediyesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nı suçluyor bu yapıların olduğu yere imar izni verdi diye. Çevre ve Şehircilik Bakanı da ev sahiplerini suçluyor, binaların depreme dayanıklı olmadığını tespit edip kendilerine bildirmedi diye. Bu kadar can kaybına malolmamış olsa traji-komik bir durum diyeceğiz; ama ne yazık ki işin hiç komik yanı yok!
Siz buna “sorunların köklü çözümünden kaçınma; günü kurtarma” da diyebilirsiniz; aynı anlama geliyor. Şu anda Türkiye’yi yönetenlerin(!), yönetim anlayışını ifade ediyor.
Gerçekte hiçbir şeyi yönetemiyorlar; ama yönetiyormuş gibi yapıyorlar.
Öğle saatlerinde Ege Denizi'nde meydana gelen 6.9 şiddetindeki deprem, başta İzmir olmak üzere Ege'nin iki yakasındaki şehirleri, adaları ve İstanbul'u etkiledi. Ve birkaç saat içinde ardı ardına büyüklüğü 3'ü geçen 100'ü aşkın artçı deprem yaşandı.
8 yıldır ödenmeyen tazminatları için Soma’dan Ankara’ya yürüyüş başlatan maden işçilerinin eylemi defalarca polis saldırısına uğramış, defalarca engellenmişti.
Baroların ve sendikaların Genel Kurulları pandemi nedeniyle ertelenedursun, partisinin il kongresine katılmak için Malatya’ya giden RTE, şehrin girişinde otobüsünün etrafını saran insanlara çay dağıtıyordu ki, orada bulunan halktan biri, doğrudan kendisine “Evimize ekmek götüremiyoruz” deyiverdi...