Tatlı, telaşlı bir çalışmayla günler öncesinden hazırlıklara başladık; 3.Dünya Kadın Konferansı’na gitmek için. Gideceğimiz yer bir Afrika ülkesi olan Tunus idi.

Gidecekler için öncelikli olarak İngilizce bilenleri tercih ettik. Daha sonra da kadın sorunuyla hem pratik, hem de politik olarak ilgili olanları. Ve bu alanda çalışma yürütenleri. Tabii bir de bütçesini oluşturabilen herkesi...

Yolculuk bizim için pahalı olduğundan, sanki bu işin gerçekliği yokmuş gibi geldi ilk zamanlar pek çoğumuza!... Hele bir de konferans tarihi yaklaştıkça uçak biletlerinin fiyatları iyice yükselmeye başlayınca...

Yine de son ana kadar elimizden gelen çabayı da gösterdik. Özellikle birebir görüşmeler yapıp Dünya Kadın Konferansı’na Emekçi Kadınlar olarak katılacağımızı herkese anlatmaya çalıştık. Ve anlattığımız herkesten bu konuda destekte bulunmalarını istedik.

Konferans bütçesi oluşturmak için çalışmaya başladığımızda, neredeyse sıfır bütçeyle başladık bu işe. İlk etapta borçlanarak 3 kişinin biletini aldık. Her ne olursa olsun bu üç kişi 3.Dünya Kadın Konferansına mutlaka katılacaktı. Amacımız daha fazla kadını taşımaktı Tunus’a. Bunun için de büyük bir çaba harcadık. Kolektif emekle belli bir bütçe oluşturabildik. Konferansa katılabilmemiz için bize destek olan, emek ve çabalarını bizden esirgemeyen herkese teşekkür etmek istiyorum. 3.Dünya Kadın Konferansına bu kadar güçlü katılabilmemiz hepimizin çabasıyla mümkün oldu. Bu hepimizin başarısıdır. Hepimizin emeğine sağlık…

Konferans zamanı yaklaştıkça bazı belirsizlikler de ortaya çıktı. Örneğin konferansın yapılacağı kültür merkezi başka bir etkinlik nedeniyle konferansa kapılarını kapattı. Konferans sitesinden başka bir yer aradığını duyurdu. Bu bende konferansın yapılmasına dair çeşitli kaygılar yarattı. Acaba yer bulunabilecek miydi? Yoksa başka bir sorun mu vardı, gibi endişeler. Konferansın yapılacağı 3-9 Eylül 2022 tarihine bir hafta gibi kısa süre kala konferansın yapılacağı yeni yer belli oldu. Kalanlarımızın biletleri de son bir hafta içinde alındı, tabii fiyatlar iyice yükseldi bu arada.

Tüm bu koşturmacanın arasında bir taraftan da 3.Dünya Kadın Konferansına sunacağımız atölye metinleri üzerinde çalışmalara başladık. Biran önce sunum metinlerini hazırlayıp bunları ingilizceye çevirmemiz gerekiyordu. Metinler hazırlanıp son kontroller bittikten sonra İngilizce çevirileri yapıldı.

Bir de İngilizce ve Arapça olarak EKA’yı anlatan bir broşür hazırladık konferansta dağıtılmak üzere. Ve “Özgürlüğümüz Ellerimizde” Arapça, İngilizce, Almanca, İspanyolca yazılı pankartımız da hazırdı konferans yürüyüşünde kullanacağımız... Tabii bir de bayraklarımız... El yapımı Türkçe “Dünyaya Başkaldırıyoruz” pankartımız... Artık tüm materyallerimiz hazırdı… Bu yolculuk telaşında götürmeyi unuttuklarımız da oldu. Roza’nın, Clara’nın resimleri gibi.

Konferans zamanı yaklaştıkça, Tunus üzerine google araştırmaları yapmaya başladık. Öncelikle konferansın yapılacağı yeri öğrenmeye, etrafında neler olduğunu, toplu ulaşımın nasıl olduğunu, nerede kalınabileceği, Tunus’ta ne yenilir içilir vs gibi sorulara cevap aradık.

Türkiye'den Tunus'a gitmek vize gerektirmiyordu, ama pasaport gerektiriyordu ve ben de pasaport için 1-1,5 ay öncesinden başvurdum. Ama son ana kadar pasaportum gelmedi. Pasaportun basılması o kadar uzun sürdü ki konferansın 1 gün öncesi geldi. O kadar çok beklemiştim ki, en sonunda artık pasaport vaktinde gelmeyecek ve bende gidemeyeceğim duygusuna kapılmıştım. 3. Dünya Kadın Konferansına gitmeyi çok istiyordum. Yıllarca kadın çalışması yapmış biri olarak, dünya kadınlarının kadın sorununa bakışını, sorunun çözümüne yaklaşımlarını ve bu konuya dair ne düşündüklerini merak ediyordum.

Tunus’a dünyanın birçok yerinden gelecek olan kadınları bir arada görmeyi çok istiyordum. Onların duygularını, düşüncelerini merak ediyor, neler yaşadıklarını öğrenmek istiyordum. Dünyanın öbür ucundaki kadınlar bizimle aynı şeyleri mi yaşıyor, neler hissediyor; görmek, dokunmak, duymak… Tabii bir taraftan da Afrika ülkesi olan Tunus'u merak ediyordum.

Tunus'la ilgili ufak ufak internet araştırmaları da yapmaya başlamıştım. Akdeniz’e kıyısı olan bir Kuzey Afrika ülkesi Tunus. 20 Mart 1956’da Fransa’dan bağımsızlığını ilan edene kadar eski bir Fransız sömürgesi idi. Bundan dolayı orada yaygın olarak kullanılan dil Arapça’nın dışında Fransızca’dır.

Biz daha çok Ocak 2011 yılında açlık, yoksulluk, işsizliğe karşı gerçekleştirdikleri Yasemin Devrimi’yle tanıyoruz Tunus’u. Arap Baharı’nın başlamasına da vesile olan bu açlık isyan ve ayaklanmaları sonucunda 23 yıllık liderlerini devirmişler ve ülkede görece demokratik bir ortam sağlanmıştı.

3. Dünya Kadın Konferansı'nın Tunus'ta yapılacağını ve Tunus'a gitmek istediğimi söylediğimde etrafımdan, eşimden dostumdan kaygı dolu tepkiler aldım. Arap ülkesi olması dolayısıyla “ya orada siz kısa giydiniz diye sorun yaşarsanız, başınız açık vs gibi sebeplerle baskıya uğrarsanız ne olacak, nasıl olacak” gibi bir sürü kaygıları vardı. Tabii ki şunu biliyordum Tunus'ta bir Bahar Devrimi, Yasemin Devrimi yaşanmıştı ve demokratikleşme sağlanmıştı. Kadınlar eskisi gibi yönetilmek istemediğini göstermişlerdi. Bunun demokratik bir ortam yarattığının da az buçuk farkındaydım.

Ben oradaki yaşamı; Tunuslu kadınların nasıl bir hayat sürdüğünü, yaşamda hangi zorluklarla karşılaştıklarını vs merak ediyordum. Arap Baharı’ndan sonra Tunusluların yaşamında neler değiştiğini merak ediyordum. Bir taraftan da dünyanın pek çok ülkesinden gelen kadınları görmek, politik sorunlara, kadın sorunlarına yaklaşımlarını öğrenmek istiyordum. Ve onlarla nasıl bir birliktelik yakalayabileceğimizi anlamak istiyordum. Ama asıl olarak da Tunus'un yaşamını bir Afrika ülkesinin aynı zamanda Arapça konuşan Arap ülkesinin kadınlara davranışını kadınlarla olan ilişkilerini merak ediyordum.

Heyecanla, telaşla, merakla ve aynı zamanda dünya kadınlarıyla bir arada olmanın yaratacağı büyük bir coşku sevinçle bu sürece hazırlandık, hazırlandım.

Son anda pasaportum geldi ve gelir gelmez ben de Tunus yolcusuydum. 2 saat 50 dakikalık uçak yolculuğundan sonra indim Tunus’a. Uçak yolculuğu sırasında biraz da olsa Türkçe bilen Tunuslu bir arkadaşla tanıştım. Onunla sohbet ettim. Sağ olsun Türkçe’den başka dil konuşamayan bana, indiğimizde pasaport kontrolde ve diğer şeylerde çok yardımcı oldu. Havaalanında, beni bir gün önce Tunus’a giden ve yabancı dil bilen yoldaşlarım karşıladı. Taksiyle kalacağımız eve götürdüler. Hemen kahvaltımızı yapar yapmaz 3.Dünya Kadın Konferansının ilk etkinliği (4 Eylül Pazar) olan yürüyüş için toplanılan meydana gittik. İngilizce ve Türkçe “Emekçi Kadınlar” yazan bayrağımızı hemen dalgalandırmaya başladık. Dünyanın birçok yerinden gelen kadınların şenlikli coşkulu ve büyük bir motivasyon dolu yürüyüşü Tunus’un her zaman eylemlerinin yapıldığı “Devrim Meydanı”nda başladı.

Dünyanın pek çok yerinden gelmiş kadınlar, kadın örgütleri kendi flamaları, dövizleri, pankartları ile ve 3. Dünya Kadın Konferansının ortak pankartıyla yürüyüşe geçti. Yürüyüşte her dilden sloganlar atılıyordu. Biz de; en önde bayrağımızı Emekçi Kadınlar (EKA) bayrağımızı dalgalandırdık; konferans pankartının hemen arkasında. Arka sırada da “Dünyaya Başkaldırıyoruz” ve “Özgürlüğümüz Ellerimizde” yazılı pankartlarımızı açtık. Bayraklarımızla, pankartlarımızla yürüyüş kortejinde yerimizi aldık. Ajitasyon ve sloganlarla yürüyüş başladı. Başından itibaren yürüdüğümüz her an; o kadar coşkulu, o kadar içten, samimiydi ki... Kadınların birbirlerini anlamasalar bile, aynı dili konuşmasalar bile, aynı şeyleri hissettikleri her hallerinden belli oluyordu. Büyük bir coşkuyla atılan sloganlarla da gösteriliyordu o birliktelik ve bütünlük. Yürüyüş boyunca İspanyolca, Arapça, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, Kürtçe ve pek çok dilde atıldı kadın özgürlük sloganları…

O yürüyüşe katıldığımda şunu hissettim; yoldaşlarımın da desteği ile, iyi ki gelmişim buraya, iyi ki bu kadar uğraşmışız. Bu kadar uğraşa, çabaya değdiğini hissettim. Yürüyüş büyük bir motivasyon ve coşku doluydu benim için de, dünyanın pek çok yerinden gelen kadınlar için de… Bu kadınlar sanki yıllardır birbirlerini tanıyorlarmış gibiydi. İlk defa görüyorduk birbirimizi ama herkes birbirine o kadar sıcak ve samimiyetle, güvenle davranıyordu ki… O duygu bütünlüğünü hissedebiliyorduk. Sloganlar bu coşkuyla atılıyordu. Çav Bella çeşitli dillerde aynı büyük coşkuyla söyleniyordu.

Yürüyüş ilk açılış konuşmasının ve etkinliğinin yapılacağı kültür salonunun önünde bitti. Ve hep beraber o salona girdik. Salonda konuşmalar oldu müzik yapıldı. Filistin halkları, zindanda olan Filistinli liderleri sahneden selamlandı. Filistinliler bayraklarıyla sahneye çıktılar. Daha sonra herkes sahneye çıkıp bayraklarıyla halaylar çekmeye başladı. İlk gün bu şekilde açılmış oldu. Atölye ve delege toplantılarının yapılacağı okula daha sonra pazartesi günü geçtik.

İlk günün sonunda yorgunduk ama mutluyduk. 2. ve 3. gün; (5-6 Eylül 2022) yoğun olarak atölye programları vardı. Her atölyede farklı konular anlatıldı ve tartışıldı. Toplamda iki gün boyunca 30 atölye vardı. İlk gün benim katıldığım bir atölye teorik tartışmaların yürütüldüğü bir atölyeydi ve beklediğimden bayağı teorik tartışmalar yürütülüyordu. Kadın sorununa sınıfsal yaklaşan ve bu konuda sınıfsal çözümün ancak kadın sorununu çözebileceğini anlatan pek çok ülkeden kadınların görüşlerini söylemesi, beni çok mutlu etmişti. Çünkü birçoğu ile bu konuda aynı düşünüyorduk. Önce anlamak dinlemek istedim. Ufak tefek çeviri sorunları yaşıyordum ama gene de genel hatlarıyla kadınların ne dediği anlaşılıyordu. Kimin sınıfsal yaklaştığı, kimin yaklaşmadığı anlaşılıyordu. Söz alarak herkes kendi düşüncelerini, verilen süre içinde en iyi şekilde ifade etmeye çalışıyordu. Canlı tartışmaların yaşandığı bir atölyeydi. Benim de atölyelere dair ilk deneyimim oldu. Şunu fark ettim ki, hiçbir atölye düzenleyicisi olmasa bile dinleyici olarak katıldığı her atölyede söz alıp düşüncelerini özgürce ifade edebiliyordu kadınlar.

Atölye toplantılarının ilk günü benim için verimli geçti diyebilirim ve akşam eve döndüğümüzde günün nasıl geçtiğini ne yaptığımızı konuştuk. Biz ilk gün orada stant da kurduk. Emekçi Kadınlar standı. Standımıza cezaevinden devrimci kadın tutsakların üretimlerini de taşımıştık. Defterler, komünist kadınların rozetleri, yüzükler, kadınların üretimleri, Dünyaya Başkaldırıyoruz dergilerimiz vb standımızda yer alıyordu. Standın önünden gelip geçenler bizimle merhabalaşıyor, bizi tanımaya çalışıyorlardı. Biz kimiz, nereden geldik vs merak ediyorlardı. Türkiye'den geldiğimizi söylediğimizde ise merakları daha fazla artıyordu. Farklı tepkiler alıyorduk; gerçekten Türkiye'den mi yoksa Avrupa'daki Türklerden mi gibi şeyler soranlar bile oluyordu. Ama asıl Türkiye'den mücadelenin kavganın sıcak yerinden geldiğimizi öğrendiklerinde çok şaşırıyorlardı… Güzel şeyler yaşadık vesselam.

Orada toplu ulaşım çok sıkıntılı olduğundan eve taksiyle gidiliyordu ve taksiler biraz daha ucuz. Buradaki gibi değil. Bir internet uygulamasından çağırıyorsun sanki dolmuş gibi dolmuş fiyatı gibi. Taksiyi çağırdığında sürpriz bir fiyatla karşılaşmıyorsun, o uygulamada fiyatının ne olduğu da gözüküyor. Taksici nereye götüreceğini biliyor ve alacağı ücret de belli olarak geliyor zaten. Tabii bu arada Tunus Dinar’ı TL'nin 5,5 katı. TL geçmiyor Tunus'ta, Euro üzerinden euro-dolar üzerinden Dinara çeviriyorsun ya da Türkiye’ye gelirken de tam tersine dinarı dolara-euroya çeviriyorsun. Burada da yani Türkiye’de de Tunus Dinar’ı bulunamıyor.

Atölyelerin ilk günü biraz bizim için de karmaşık ve yeni bir deneyimdi. Nereye nasıl katılacağız. Çeviri olmadan özellikle dil bilmeyen İngilizce, Almanca, Arapça, Fransızca bilmeyenler için; nereye katılsan anlamadığın atölyeler çıkıyordu karşına. Fakat bir iki salonda çeviri yapılıyordu. Çeviri yapılan atölyelere katılmayı tercih ettim ben de. Orada teorik tartışmaların yürütüldüğü atölyeler oldu. Benim de kulaklıkla Türkçe çeviriyle dinlediğim atölyede herkes söz aldı. Kendi duygu, düşünce ve yaşadıkları şeyleri konuşan kadınlar da oldu. Konu mücadelenin geleceği, kadın mücadelesi kadınların mücadeleyi nasıl öreceği vesaire ortak mücadelenin nasıl örüleceği gibi şeyler olmasına rağmen, sadece kendini yaşadıklarını anlatan kadınlar bile vardı o toplantıda. Kimse bunları engellemedi. Herkes özgürce duygu ve düşüncelerini, ülkesinde yaşadıklarını kendine verilen süre içerisinde anlatmaya çalıştı.

Çünkü süreler sınırlıydı. Yüzlerce kadın aynı toplantıda söz alıyordu ve bu süre zarfı içerisinde en iyi şekilde ifade etmeye çalışıyordu duygu ve düşüncelerini. O tartışmalarda birçok şey tartışıldı. Mesela kadın devrimi kavramının ne olduğu, kadın devrimi kavramının sınıfsal bir niteliği olmadığı böyle bir şeyin olamayacağı yani kadınların sınıflar üstü olmadığı vesaire gibi birçok şey tartışıldı. Sonra kadın sorununun çözümü sınıf mücadelesi ile birlikte ele alınmak zorundadır tartışmaları yürütüldü. İşte böyle teorik düzeyde yapılan tartışmalarda birçok kadın söz aldı. Kendi yaşadığı ülkenin koşullarını anlatıp orada kadın sorununa nasıl çözüm ürettikleri üzerine nasıl yapmaları gerektiği sınıf mücadelesiyle birlikte çözüm aradıklarını vurgulayanlar çoğunluktaydı.

Konferansın 3. günü yani atölyelerin 2. günü de kendi atölyemizin olan Kadın Emeğinin Görünür Kılınması’na katıldım. Orada yoldaşımız bu konuda düşüncelerimizi anlattı. Emekçi Kadınlar olarak toplamda 3 atölye çalışması düzenledik konferansta.

Tabii atölyelere katılırken, atölye çalışmalarını dinlerken izlerken, orada kadınların ne düşündüğünü hangi konuda hangi düşüncelere sahip olduklarını, farklı ülke kadınlarının, delegelerinin ya da konferans katılımcılarının neler ifade ettiğini anlamaya çalışırken, bir yandan da stantta da durmaya çalışıyordum. Çünkü stanttaki genç yoldaşlar da atölyelere katılıp konferansta tartışılan düşüncelere hakim olabilsinler; konuşulan konular üzerine fikir sahibi olup deneyim elde etsinler istiyordum. Bir kıta aşıp gelmiştik, herkesin bu süreyi en verimli şekilde değerlendirmesi için elimden geleni yapmaya çalışıyordum.

Stant da çok renkli ve canlı geçiyordu. Dil bilmediğimden, ben daha çok Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden; İsviçre, Almanya, Fransa, Belçika gibi ülkelerden gelen Türklerle sohbet ediyordum. Yani göçmenlerle. Onların oradaki yaşamları ve bizim Türkiye'deki durumumuz üzerine sohbetler ediyorduk vs. Hatta son gün giderken; “Sizin burada varlığınız bize büyük bir moral ve motivasyon veriyor, coşkulandırıyor bizi, Türkiye’den gelenler bize çok büyük bir güç kattınız” diyerek gitti bir çoğu. Güzel anlar yaşadık onlarla da… güzel duygularla ayrıldık birbirimizden.

Konferansın 4 ve 5 günleri delege toplantılarının yapıldığı günlerdi. Oylamaların tartışmaların yürütüldüğü, konferansa sunulmak üzere önergelerin tartışıldığı günlerdi. Ve önergelerin nasıl konferansa sunulacağı üzerine anlatılan usuller vs ile ilgili geçti. Burada da konferansa bir önerge sunduysan, sonuç metnine geçmesini istediğin yeni bir önerge varsa, 5 delegeden imza toplaman gerekiyor.

Delege toplantılarını konferansa katılan herkes, bütün katılımcılar izleyebiliyor dinleyebiliyordu. Ama oy verme aşamasına gelindiğinde, sadece delegeler oy verebiliyor. Yani delegelerin oy hakkı vardı. Bizim de bir tane delegemiz vardı. Türkiye adına toplam 5 delege vardı.

Bazen toplantılarda konuşulanları kulaklıklar düzgün çalışmadığı için anlayamıyordum. O zamanlarda daha çok stantta durmaya, orada vakit geçirmeye çalıştım. Tunus’da şunu çok yakıcı olarak hissettim: Kesinlikle bir yabancı dil bilmek gerekiyor. Yoksa iletişim kuramıyor, hiçbir şey anlamıyorsun. Dolayısıyla düşüncelerini de anlatamıyorsun.

Akşamları kültürel etkinlikler yapılıyordu her bölge kendi etkinliğini sunuyordu. Biz Ortadoğu gecesinde -Türkiye Ortadoğu Koordinasyonu’nda yer alıyor- yer aldık. Genç yoldaşımız sahneden Arapça ve Türkçe iki parça söyledi. Bakırköy Zindanında bulunan Zuhal Sürücü’nün zindanlardan konferansı selamladığı mektubu Türkçe-İngilizce-Arapça olarak okundu. Sonra kültürel etkinlik türkülerle halaylarla devam etti. 2-3 gece hiç kalaylar eksik olmadı zaten. Halaylar çektik. Şenlikli coşkulu, danslı, eğlenceli etkinlikler yaptık. O eğlenceli etkinliklerde de birbiriyle kaynaşıyordu kadınlar… aynı dili konuşamıyorduk ama aynı havayı soluyorduk, aynı müziği paylaşıyorduk, sanatın evrenselliğinde buluşuyorduk…

Tabii bunlar konferans salonu içerisinde yaşananlar. Sunumlar, tartışmalar, sohbetler, kültürel etkinlikler; halaylar, müzikler, danslar hepsinin bir arada yaşandığı bir etkinlikti.

Bir de konferansın dışında Tunus'u merak ediyordum. Tunus halkı nasıl yaşar, ne yer, ne içer buna dair bir şeyler öğrenmek istiyordum ama ne yazık ki vaktimiz yoktu. Sabah 08.00'de 07.30-08.00'de konferansta oluyorduk. Akşam 21.00'de de konferansın toplantıları, kültürel etkinlik falan bittikten sonra 21.30 gibi eve gelebiliyorduk. Akşamları çok canlı, hareketli değil oralar. Gündüz de işimiz olduğu için çıkamıyorduk salondan. En fazla öğle yemeği almaya gittiğimizde bir iki kez çıkabildim. Şehri biraz olsun görebildim. Akşamları taksi beklerken ve eve giderken görebildiklerimiz bir de. Ama yine de sömürgeciliğin izleri görülüyordu binalarında, şehirde, her şeyde. Evleri, kapıları çok güzeldi.

15-16 yaşında gençlerin sokaklarda hızlıca koştuklarını görüyorsunuz. Kapkaç yapılıyormuş. Bizi en fazla uyardıkları konu bu oldu. Sakın yalnız dolaşmayın, telefonunuz elinizde olmasın, kapıp kaçabilirler… İstanbul’da kapıp kaçmak bile zor, insan kalabalığına çarparsın. Tunus’un genel nüfusu 11 milyon sanırım. Yani İstanbul’un yarısından az!...

Taksiye bindiğimizde taksiciler bizi dikiz aynasından dikizleyip asla bizi rahatsız etmediler. Herhangi bir bakışla bile olsa, bizi rahatsız eden hiçbir şey yaşamadık. Kıyafetlerimizin açıklığı falan hiç sorun olmadı. Hatta buradan daha rahat dolaştık orada. İnsanlar genel olarak bize göre yavaş, ama asla sinirli birilerine rastlamadık. Çok rahatlar.

Sadece bir gün öğleye kadar turistik bir yer olan Sdi Bu Said’i gezebildik. O da turistik bir yer ve denizi çok güzeldi. Bir de Tunus’da dikkatimizi çeken, kapılarının çok güzel olması. Avlulu evleri beyaz badanalı, kapıları mavi boyalı. Bakımlı olanları tabi. Tunus’ta hiç inşaat görmedim. Yeme içme alışkanlıklarımız çok farklı. Bir tarım ülkesi ama bizdeki sebzelere, falan pek rastlamadık. Aşırı sıcaktı aynı zamanda, bir iki dakika bile güneşte duramıyorsun, durursan yanıyor bir yerlerin, kararıyorsun.

Aslında Tunus’a dair çok bir şey öğrenemedik. Ama çok güzel, çok dolu dolu, verimli bir etkinlik oldu bizim açımızdan. Döndüğümüzde de güzel duygularla coşkulu ve motivasyon dolu olarak döndük. Çünkü dünyanın birçok yerinden mücadeleci kadınlar aynı anda farklı dillerde aynı şeyi konuşuyorduk. Ve bir Tunus serüveni, bir Afrika serüveni bu coşkun duygularla bitiyordu. Döndüğümüzde, kendi ülkemize geldiğimizde artık başka bir dünyanın başka bir hayatın içerisine girdik. Sanki çok güzel düşsel bir şeyler yaşadık ve büyük bir deneyimle geldik hayatın gerçekliğine, mücadelenin sıcaklığına…

Bir Emekçi Kadın