Anlaşılan o ki, durmayacak da! 3. yüzyılda başlayıp 9.yüzyıla kadar süren Kavimler Göçü kadar uzun olmasa da, emperyalist-kapitalist sistemin yıkılışı geciktikçe sürecek bir göç hareketiyle karşı karşıyayız belki de.

Merkezi Cenevre'de bulunan Uluslararası Göçmen Teşkilatı'nın verilerine göre, eğer bu hızla giderse dünyadaki göçmen sayısının 2050 yılında 400 milyonu aşacağı varsayılıyor (şu anda bu sayı 214 milyon civarında). İnsanlar, ekonomik, politik ve sosyal nedenlerden dolayı bulundukları ülkelerden koşullarının kendilerince daha iyi olduğunu / olacağını düşündükleri ülkelere göç ediyorlar. Eskiden söylenen "bülbülü altın kafese koymuşlar, yine de 'ah vatanım' demiş" sözünün artık bir geçerliliğinin kalmadığı daha iyi anlaşılıyor. Milyonlarca insan, savaşlar ve yoksulluk ya da siyasi nedenler sonucu yerlerini yurtlarını terk ederek, sonucu belli olmayan yolculuklara çıkıyor; yollarda ölüyor, sınırlarda kalıyor, gayri insani koşullarda bekletiliyorlar. İnsanlar, "insanın doğduğu coğrafyanın onun kaderi olduğu" şeklindeki belirlemeyi değiştirmek istercesine kafileler halinde göçüyorlar. Öyle ki, dünya üzerinde şimdi "kitlesel göç rotaları" oluşmaya başlamış bulunuyor. Bunların yanı sıra "insan kaçakçılığı" artık bir kartel halini almış durumda.

Bu arada "sınırların önemini yitirdiği", "dünyanın küçüldüğü", "küresel bir köye dönüştüğü" yalanları bu göçmen akınlarıyla bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu. Dünya üzerinde "demirperde"ler esas şimdi çekilmeye başlandı. Emperyalist-kapitalist ülkeler yarattıkları enkazın sonuçlarıyla somut bir şekilde karşılaştıklarında, sorumluluğu kendi üzerlerinden atmaya, sorunu kendilerinden uzakta tutmaya çabalar oldular. Avrupa'nın göç karşıtı politikaları ayan beyan görülüyor. Göçmenlik yasalarında sürekli yapılan değişikliklerle Avrupa, göçmen akınlarını kendi sınırlarının ötesinde bloke etmeye çalışıyor.

Haziran ayında yapılan Avrupa Birliği liderler zirvesine "göç politikaları"nın damga vurduğunu öğreniyoruz. Anlaşamıyorlar ve göç meselesi giderek ülkeler arasında bir şantaj malzemesi haline geliyor. Özellikle İtalya, Avusturya ve Macaristan bu konuda katı bir tutum izliyorlar. Göç olgusu, Avrupa ülkeleri arasında ciddi diplomatik krizlere neden oluyor. Özellikle kısa süre önce kabul edilen Dublin Yasası (bir şekilde Avrupa Birliği ülkelerinden birine girmiş olanların iltica başvurusunu resmi olarak ilk girdiği ülkede yapmasını zorunlu kılan yasa. Buna göre göçmenler, ilk girdikleri ülkeye geri gönderiliyorlar) uygulamada ciddi anlaşmazlıklara ve sorunlara neden oluyor. Ve devletler arasında yaşanan bu sorunlar, çeşitli nedenlerle göç yollarına düşmüş insanlara felaket ve trajediler olarak yansıyor (sadece 2015 yılının ilk üç ayında 1500 kişi Akdeniz sularında boğularak can vermiş).

Diyelim ki insanlar bütün bu güçlükleri aşarak bir yere kapağı atıyorlar; bu kez de potansiyel "ucuz iş gücü" olmaları nedeniyle gidilen ülkelerin işçileri tarafından istenmiyorlar. "Yabancı düşmanlığı"nın bu derece yaygınlaşmış olmasının en başta gelen nedenlerinden biri de bu.

Göçmen akınları meselesinin son süreçte yeniden gündeme gelmesinde en etkili olay hiç kuşkusuz Guatemala, Honduras ve El Salvador'dan yola çıkarak ABD'ye gitmek isteyen 7 ile 10 bin arasında insanın Meksika sınırına dayanması ve "açız" diye bağırarak sınıra konuşlandırılmış polisin üzerine yürümesi, polisle çatışması oldu. Daha önce bu ülkelerin yönetimlerini "eğer göç etmeye kalkanları durdurmazlarsa", bu ülkelere yapılan "yardım paralarının kesileceği" tehdidiyle korkutmaya çalışan ABD başkanı Trump, Meksika'yı göçmenleri durdurduğu, geçmelerine izin vermediği için kutladı. Trump, Pueblo Sin Fronteras ( Sınır Tanımayan Halklar) adlı bir sivil toplum kuruluşu tarafından örgütlenip başlatılan bu yürüyüş, daha Meksika sınırına varmadan tehditler savurmaya başlamıştı. Bu yürüyüşü "ABD'nin güvenliğine bir tehdit" olarak gören Trump, "Ordumuz sizi bekliyor" türünden açıklamalar yapmakta bir sakınca görmüyordu. ABD'nin Meksika sınırına "büyük güzel bir duvar" örmeyi seçmenlerine vaad eden Trump, 2 bin km'lik bu duvarı ördürmeye başlamakla yetinmemiş olacak ki, sınır devriyelerini ve orduyu harekete geçirdiğini, hatta orduya atılan/atılabilecek taşlara karşı ateş emri verdiğini koltukları kabararak anlatıyordu. "Göç yasalarını değiştirmeliyiz, hemen şimdi!" diye tweetler atan bu Hitler özentisinin göçmen akınları karşısında aklına yapacak başka bir şey gelmiyor anlaşılan. Yürüyen insanların arasına "teröristlerin, suça karışmış insanların, hırsızların vb katıldığı bilgilerini aldıkları" yalanını yayıp, yürüyenleri kriminalize etmesi dışında tabii...

Ama ne yaparsa ya da yaparlarsa yapsınlar, bu göçmen akınlarını durduramayacaklarını onlar da pekala biliyorlar. Korkularının asıl nedeni de bu. Latin Amerika'da mutlak yoksulluk sınırında yaşayanların sayısı, 1980'lerin başında 130 milyon iken bu sayı 1990'larda 180 milyona yükselmiş. Kapitalist sömürüye ek olarak IMF'nin Yapısal Uyum Programları ile yıkıma uğratılan insanların çoğu gelecekleri hakkında büyük endişe duyuyorlar. Kendileri büyük bir sefalet içinde yaşamış olan yetişkinler, hiç değilse çocukları daha iyi bir hayat yaşasınlar diye göç yollarına diziliyorlar. Yaşananlar bir kez daha Marx'ın "proletaryanın bir vatanı olmadığı" sözünü doğruluyor.

Burada bir parantez açıp, son zamanlarda Türkiye'de yaygınlaşan, "kapağı dışarı atma düşüncesi"ne değinmek gerekiyor. Devrimden umudunu kesmiş ya da zafere hiç bir zaman inanmamış olanların diline pelesenk olmuş,"bu ülke yaşanır olmaktan çıktı" sözü sıklıkla mülteciliğin köşe taşlarını döşemek için kullanılır olmaya başlandı. Savaşımın ana cephesini terk etmeye hazırlananlar, "ülkede bir karşı-devrim yaşandığını, geleceğin bugünden çok daha kötü olacağını, halkın devrimci olmak şöyle dursun 'aymaz' olduğunu, umutlarının tükendiğini, bu ülkeden de insanlarından da artık bir şey çıkmayacağını" vb söyleyerek rotayı Avrupa ya da başka yerlere kırmaya başladılar.

Bunların göremediği emperyalist-kapitalist sistemin bunalımının küresel olduğu, gitmeyi düşündükleri yerlerin çoktan kapıları kapattığı ve deyim yerindeyse kendi dertlerine düşmüş olduğudur. Yaşanan ekonomik ve siyasi krizin Türkiye'ye has olmadığı, dünyanın en büyük emperyalist-kapitalist devletlerinin de aynı şeyden muzdarip olduğudur. Türkiye ve Kürdistan'da yaşanan iç savaştan kaçanlar küresel iç savaştan ya da 3.Dünya Savaşı'nın sonuçlarından kaçamayacaklarını yakında daha iyi anlayacaklardır. Biz parantezi şimdilik burada kapatalım.

Göçmenlik sorununun kapitalizmin sınırları içinde çözülemeyeceği çok açık. Kapitalist sömürü, sermayenin egemenliği, emperyalist-kapitalist sistemin saldırganlığı sürdükçe göçmen akınları da var olmaya devam edecek. Dünyanın varoşlarından gelen insanlar, dünyanın zenginlerinin boğazına yapışmaya, sessizce yaşamdan kovulmaya razı olmadıklarını/ olmayacaklarını göstermeye devam edecekler; göçmen akınları kapitalist limanları dövmekten geri durmayacak. Ne zaman komünist bir dünya kurulacak o zaman insanlar doğdukları yerde hep birlikte üretecek, doyacak, mutlu olacaklar.

Kasım 2018

Ali Varol Günal