< "Kaos Aralığı" Mı?

İçinden geçmekte olduğumuz sürecin, kimi belirsizlikler taşıdığı su götürmez bir gerçeklik; ama buradan yola çıkarak toplumsal, siyasal olayların evrileceği yönü öngörmenin mümkün olmadığını söylemek mümkün mü? Bizce mümkün değil; ama bunu mümkün görenler de var.

Uzunca bir süredir UKH saflarında dolanan bir kavram var: Kaos Aralığı. "Somut durumun somut tahlili" yapılırken sıklıkla bu kavram kullanılıyor. "..olgular dünyasında yeni biçim, tür, yapılanma benzeri değişimler için gerekli olan karmaşa" olarak ifade edilen bu kavram, yer yer, Lenin'in her devrim için olmazsa olmaz olarak gördüğü, devrimci durum tanımlaması yerine kullanılıyor. Burada üzerinde durulması gereken, neden Lenin'in devrimci durum tanımlaması değil de anlaşılması daha zor olan böyle bir kavramın tercih edildiğidir.

Bunun asıl nedeni sosyalist düşüncelerden uzaklaşmadır. Kavramlaştırmalar da belirli bir düşünceye göre olur. Sosyalist düşüncelerden uzaklaşmanın doğal sonucu seçilen kavramların da buna göre şekillenmesidir. Tarihin sınıf savaşımları tarihi olduğu gerçeğinin reddi, ulusal kurtuluş hareketini tarihte devindirici öğe olarak başka şeyleri aramaya itti; tarihin determinist açıklanışının mahkum edilmesi aynı yapıyı marksizm dışı çevrelere yaklaştırdı. Ulusal kurtuluş hareketi, bugün, geçmişte kabul ettiği toplumların gelişim evrelerini/dizgesini kabul etmiyor. Toplumların belirli aşamalardan geçmesini bilimsel bir önkabulle ortaya koyan diyalektik ve tarihsel materyalizm yerine, "kuantumcu felsefe" dedikleri bir anlayışı benimsemiş durumdalar. Atom altı parçalarının hareketlerinin çok da öngörülemez oluşundan yola çıkarak oluşturulmuş bu eklektik felsefeye göre, doğada olan şeyin toplumda da olması beklenmelidir. Yani toplumsal olayların belirli bir akış seyri yoktur.

Elbette bunu sadece kısa zaman aralıkları için değil, uzun süren toplumsal dönemler için de söylüyorlar. Yani toplumların ilkel, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist aşamalardan geçerek ilerleyeceğine dair öngörünün doğru olmadığını iddia ediyorlar. Hatta böyle düşünmenin insanları bir mutlaklık algısına götürdüğünü, dolayısıyla "madem toplumların bu aşamalardan geçmesi bir zorunluluk, o halde çok fazla bir şey yapmaya da gerek yok" anlayışının yer etmeye başladığını; bir tür kaderciliğin, pasifizmin geliştiğini iddia ediyorlar. Bu düşüncenin doğal evrimi, geleceğin sosyalizme ve komünizme ait olacağına dair öngörünün reddi oluyor. Bunun yerini tıpkı atom altı parçalarının hareketinde olduğu gibi "belirlenimsizlik ilkesi" alıyor.

Bugün ulusal kurtuluş hareketinin yazınını ve politik söylemlerini takip eden herkes, geleceğe dair öngörülerde bulunulurken, sosyalizmden ya da sınıfsız, sömürüsüz bir toplumdan çok, "yeni yaşam"dan bahsedildiğini görecektir. Nedir bu "yeni yaşam", hangi ekonomik, toplumsal sisteme dayanır, bunların cevabı yoktur. Sadece, "öz kendini biçimden kurtarmıştır. Ama henüz yeni biçime varamamıştır" şeklinde muğlak ifadelerle somut durum açıklanmaya çalışılmaktadır.

"Bir Halkı Savunmak" adlı kitabında A.Öcalan, "Değişmeden olduğu gibi sürseydi, kapitalist sistem, 20. yüzyıl başlarında niteliksel dönüşüm krizi olan kaos aralığına girmek zorundaydı" diyor ve bu söylemiyle 20. yüzyıl başında gerçekleşen sosyalist devrimleri ve ardından kurulan "reel sosyalist sistemleri" bunun böyle olmayışından sorumlu tutuyor. Yaşanmış sosyalist deneyimler ve bu deneyimlere önderlik etmiş olanlar, günah keçisi ilan ediliyor. Hepsi "devletçi sistemler", "iktidarcı anlayışlar" olarak mahkum ediliyor. Dolayısıyla bugün bunlardan uzak durmak gerektiği söyleniyor.

Toplumların belirli bir disiplin içerisinde, belirli tarihsel dizgelere göre geliştiğine dair düşüncenin yerine, ilerlemenin "kaotik olduğu" düşüncesini koyarsanız, olayların gideceği yönü de öngöremezsiniz. Her ne kadar olayları "canlılığı ve hareketliliği içinde somut bir kavrayışla ele almak"tan bahsetseniz de, "somut" olanın ne olduğu konusunda kafalarda oluşacak karmaşaları yok edemezsiniz. "Kaos aralığı" düşüncesi de böyle bir karmaşanın ürünüdür. Bugün Türkiye ve Kürdistan'da yaşananın bir devrim durumu olduğunu tespit etmek ve örgütlenmeden tutun da kadroların şekillendirilmesine kadar, her şeyi buna göre şekillendirmek başka bir şeydir; şimdi bir "kaos aralığı"nda olduğumuzu söyleyip, her şeyin bu "ara dönem", "geçiş aşaması" vb olarak adlandırılan koşullara göre şekillendirilmesi başka bir şeydir. "Her an her şey olabilir" mantığıyla toplumsal, siyasal olaylara yaklaşmak, en hafif deyimiyle kendiliğindenciliğe teslim olmaktır.

Elbette kalıpçı düşünmek, ya da önceden belirlenmiş formülasyonlara takılıp yaşamın karşımıza çıkardığı yeni durumlara gözümüzü kapatıp doktriner yaklaşmak bizim işimiz olamaz; komünistler an'ın görevlerini iyi çözümlemek zorundadırlar. Sınıflar mücadelesinin gelişim dinamiklerini her somut durumda yeniden analiz etmeyenler, gelişmelerin gerisinde kalır, bunu biliyoruz; ama "yeni" bir şeyler söylemek adına teori zorlanırsa ortaya kafa karışıklığından başka bir şey çıkmaz, ki bu bir devrim döneminde en tehlikeli olabilecek şeydir. İnsanlar, dünyanın en pratik işi olan devrimi örgütlemek yerine, kavram enflasyonu içinde yönlerini şaşırabilirler.

Gerçi Türkiye ve Kürdistan'da yaşanan gelişmeler, insanların böyle tartışmalarla zaman yitiremeyeceği bir hal almış durumda. Bugün barikatların arkasında savaşan hiç kimse "bir geçiş aşaması"nda mı yoksa "kaos aralığı"nda mı olup olmadığını tartışmıyor. Onlar sadece şu an yapmaları gereken işe odaklanıyor ve zamanın kendilerinden beklediği görevleri yerine getirmek  için canla başla mücadele veriyorlar. Bir tarih yazdıklarının bilincinde olmayabilir de; ama hepimiz biliyoruz ki, tarih böyle yazılıyor.

Tarihi kanıyla yazanlara, doğru ideolojik, politik ve pratik önderlik ise şu an en önemli görev olarak önümüzde duruyor.

Ali Varol Günal

NOT: Yeni Evrede Mücadele Birliği dergisinde Şubat 2016'da yayınlanmıştır