Dağılan egemenlik aygıtını toplayabilmek için faşizm, "topyekün saldırı" içinde. "Yurtta Savaş, Dünyada Savaş" anlayışı kapsamında züccaciye dükkanına dalmış fil misali sağı solu kırıp dökerek kendine soluklanacak bir alan açmaya çalışıyor; ama gelin görün ki, boynundaki kement, her geçen gün onu daha çok boğuyor.

İçeride iç savaşı kazanabilmek için paramiliter grupları silahlandırıyor ve silahlı eğitimden geçiriyor; aynı zamanda halkın elinde bulunan silahları da topluyor ki, yarın bir gün ciddi bir karşı koyuşla karşılaşmasın. Durum tam da bir halk deyiminde söylendiği gibi, "taşları bağlamışlar, itleri salmışlar" halini yansıtıyor. Açık ki, faşist devlet çok daha şiddetli bir iç savaşın hazırlıklarını yapıyor. Bugün Nusaybin'de yaşananlar, dervişin fikrini göstermeye yetiyor.

Böylesi bir iç savaş hazırlığı içinde olan devletin aynı zamanda bir dış savaşa tutuşamayacağına dair öngörüler gerçekliği yansıtmıyor. Tam tersine TC devleti, bir dış savaş için ihtiyaç duyacağı şovenizm propagandasını iç savaş koşullarında daha iyi yapacağını düşünüyor. En önemlisi de artık kendisi için bir varlık yokluk sorunu halini almış olan bu iç savaşı kazanamadan devrim belasından kurtulamayacağını görüyor. Zorunlu olaylar zincirinin zorunlu bir sonucu olarak da dış savaşa sürükleniyor. Sıradan bir şahsın ardında herkesin menemen bardağı gibi dizilmiş olmasının başka bir izahatı görünmüyor. Sermaye sınıfı, her şeyi kaybetmekle, hiç değilse elinde olanı tutmak arasında "başkanlık sistemi"ne onay vermiş görünüyor.

Tarihi hızla yaklaşan ama henüz yapılıp yapılamayacağı belli olmayan referandum etrafında "boş hayaller" yaratılmasının nedeni de budur. Sandık bu kez "sokakları temizlemek" için değil, sokakları karşı-devrimin merkezi haline getirmek için kurgulanıyor. Dolayısıyla Engels’in nerdeyse yüzelliyıl önce söylediği "genel oyun kitlelerin olgunluk düzeyini ölçtüğü"ne dair belirlemenin bugün artık bir geçerliliği kalmadığı görülüyor. Faşist devlet aygıtının bu kadar güçlendiği bir dönemde seçimlerin insanların özgür iradesini yansıtmadığını görmek için müneccim olmaya gerek yoktur.

Önümüzdeki referandumdan "Hayır" çıkarsa, bunun AKP'yi gerileteceğine ve hatta yeniden bir müzakere sürecinin başlayacağına dair düşünceler eğer naiflik değilse düpedüz aymazlıktır. Böyle düşünenler, "hayır" çıkmasının ardından tüm barajların yıkılacağını, sonrasında belki erken genel seçime gidilebileceğini ve yeni bir hükümet kurulabileceğini, TC devletinin makas değiştirebileceğini vb sanıyorlar. Hiç değilse "domuzdan bir kıl koparmış olmak" istiyorlar. "Direniş" anlayışının gelip gelebileceği son nokta budur. Halbuki, siyasi iktidar daha şimdiden göstermiş olduğu yönelimiyle seçimlerin sonucunun kendisini hiçbir şekilde bağlamayacağını ortaya koymuş bulunuyor. Yürünmüş yolları tekrar tekrar yürümekten bıkmayanlar, hala bundan bir ders almış değiller. Karşı-devrim cephesi, bıçağı kemiğe dayamış kanırtıyor, bunlar hala cellatlarından "aman" diliyorlar! Ortalama sol bugüne kadar devrim konusunda sahip olmadığı iyimserliğin onlarca kat fazlasını faşizmin yumuşayacağına, geri adım atacağına dair taşıyor. Devrim konusunda "sürekli karamsar" olanlar, bu konuda sürekli iyimserler...

Öyle ki, Barzani'nin Türkiye'ye ziyareti sırasında havaalanına Kürdistan bayrağının asılmasından, Barzani'nin Selahattin Demirtaş ve diğer milletvekillerinin serbest bırakılması çağrısından bile olumlu sinyaller çıkarmaya çalışanlar oldu. Hiç değilse bunun MHP ile AKP'nin arasını bozacağına ve bunun MHP'nin referandumdaki tavrına etkide bulunacağına dair düşünceler havada uçuştu. Oysa aynı günlerde KDP, Şengal'de YPG güçlerine karşı saldırı hazırlıkları yapıyordu ve Barzani, Türkiye'ye muhtemel ki bu operasyonun detaylarını konuşmak için gelmişti.

Ortalama sol anlayış, öylesine şirazeyi dağıtmış durumda ki, neredeyse "AKP'nin geriletilmesi için" ABD ve AB'den medet umar hale gelmiş durumda. Kendi gücüne güvenin yitiminin varacağı nokta bundan başkası olamazdı. Karşı-devrimin harıl harıl iç savaşı boyutlandırmaya hazırlandığı bu koşullarda burjuva iç savaşa devrimci bir iç savaşla karşılık vermeyi değil de "toplumsal barışın korunması" teranesiyle oyalanmayı sürdürmeyi kendilerine politika olarak belirlemiş olanlar, devrimden umudu kesmiş olmanın bedelini ağır ödeyecekler kuşkusuz. Yaptığımız uyarılar, onlarda karşılığını bulacak mı bilmiyoruz. En azından bu hareketlerin politik etkisi altında bulunan güçlerin çağrılarımıza kulak vereceklerini ve yüzlerini devrimden yana çevireceklerini umut ediyoruz.

Bugün devrimci olan tek politika, "bıçak kemikte" diyen yığınların önüne devrimci hükümet için mücadele etmek gerektiğini koyan leninist politikadır. Bugün sandığa kilitlenmiş olanların, sandığın ötesini göremeyenlerin yığınlara devrimci olarak sunacağı bir şey kalmamıştır. "Devrim mi? Nereden ve nasıl?" diyenlere ise leninist politikalar etrafında örgütlenmeleri ve mücadele etmeleri gerektiğini söyleyeceğiz. Artık somut olan her şey pratik olandır. Devrimin pratik olarak örgütlenmesi için üzerimize düşenleri layıkıyla yaptığımızda yol açılacaktır.

Ali Varol Günal

NOT: Mart 2017'de yayınlanmıştır