< < Sadat, Seçimler Ve İç Savaş

Gündem bir süredir SADAT isimli dinci-faşist paramiliter örgüt ile meşgul durumda. Cumhurbaşkanı eski başdanışmanı Adnan Tanrıverdi’nin kurucusu olduğu örgüt, 15 Temmuz darbe girişimindeki iktidar yanlısı rolüyle, başta Suriye ve Libya’da dinci-faşist çetelere verdiği askeri eğitim ve mühimmat desteğiyle, bunun dışında ASELSAN ve MKE menşeli silahların çeşitli ülkelere ticaretine yaptığı aracılık ile biliniyor.

Yakın zamanda gündeme, çete lideri Sedat Peker’in “ifşaatlar”ı ve Meral Akşener’in, örgütün Tokat ve Konya’da, silahlı eğitim vermek için askeri kamplar kurduğuna yönelik çıkışıyla gelen örgüt, şimdi de yaklaşan seçimlere yönelik gizli kapaklı hazırlıklar yaptığı iddiasıyla gündeme geldi.

Kılıçdaroğlu, SADAT’ın paramiliter bir kuruluş olduğunu, terörist yetiştiren bir kurum olduğunu dile getiriyor. Ama konu bir defa açıldıktan sonra tartışmalar da olduğu yerde kalmıyor, aksine derinleşiyor.

Peki, SADAT meselesinin duru gökte çakan şimşek gibi “aniden” ortaya atılmasının sebebi nedir? Bu soruya verilecek cevap, burjuva muhalefetinin asıl korkusunu ve gerçekte kimin yanında olduğunu göstermesi açısından önemli. “Devletin içinde bu kuruma dair rahatsızlık olduğu” iddiası, örtülü operasyonun bir parçası, bahanesi...

Doğrusu, burjuva muhalefetin temsilcileri, bu söylemleri / iddiaları -işçi sınıfı ve emekçi halkların çıkarlarını savunmadıklarına ve tekelci sermaye sınıfının iradesinden bağımsız olarak politika üretemeyeceklerine göre- çıkma ihtimali çok yüksek bir halk ayaklanmasına karşı önceden önlem almak için dile getiriyorlar; kısacası, halka gözdağı veriyorlar. Bu bakımdan, ülkenin kaynayan bir volkanı andırdığı şu günlerde, zamanlama anlamlı.

Fakat ortaya çıkan tablodan ve burjuva muhalefetinin soruna “kıyısından-köşesinden” değinen çekingen açıklamalarından da anlaşılıyor ki, SADAT’a dair söylenenlerin yanında, bilinen ama dile getirilmeyen daha nice şey var. Tekelci sermaye sınıfının ayağının altındaki mayını, bomba imha personelinin titizliğiyle etkisizleştirmeye çalışması da başka türlü açıklanamaz.

Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun, yaratılmaya çalışılan korku ortamını dinci faşist partinin lehine olmaktan çıkartıp, bir bütün olarak tekelci sermaye sınıfının lehine nasıl çevirmeye çalıştığını, Kılıçdaroğlu’nun şu sözlerinden anlıyoruz:

“İnsanlar korkuyor, bu kuruluşun ne yapacağı belli değil.”

SADAT’ın paramiliter bir kuruluş olduğunu, terörist yetiştiren bir kurum olduğunu söyleyen birisi için fazla apolitik bir söylem değil mi? Zira bir kurumun ne olduğu belliyse, ne yapacağı da bellidir.

Ama hayır, Kılıçdaroğlu, apolitik olmak şöyle dursun, aksine, son derece politik bir tavır takınıyor. Fakat halk arasındaki tabiriyle, salağa yatıyor... Çünkü böyle bir söylemdeki asıl niyet işçi sınıfına, emekçi halklara, gençlere, kadınlara, Kürt halkına, Alevi halkına, en basit tabiriyle “ayağınızı denk alın” demektir.

Kılıçdaroğlu da gayet iyi bilmektedir ki, ekranları başında birbirinin ruh halinden habersiz biçimde bu söylemi duyan milyonlarca emekçide, sınıfının diğer üyelerine karşı güvensizlik yaratacak olan bu söylemi dile getirmek için en uygun zaman, geniş kitleler harekete geçmeden önceki gerginlik anıdır. Başarılı olup olamayacağı tartışma konusu, ama Kılıçdaroğlu’nun amacı budur. Şayet amaç bu olmasaydı, böyle bir tehdide karşı alınması gereken önlemler de iyi veya kötü bir şekilde söylenirdi. Ama tekelci sermaye sınıfının sözcülüğünü yapan bir partinin liderinden böyle bir refleks beklenemeyeceği için, bu noktayı geçebiliriz. Zaten kendisi de mensup olduğu sınıfın çıkarlarıyla uyumlu bir biçimde, halka karşı önlem almayı tercih etmiştir.

Caner Taşpınar ve Ersin Eroğlu’nun “Gölge Ordu” adlı kitabında, SADAT’a dair yazılanlar çarpıcı. 15 Temmuz’dan sonra gerçekleşen başkanlık sisteminin anayasal temelini SADAT’ın attığı görülüyor. Üstelik, başkanlık sisteminin önündeki en büyük engellerden biri, ordu olarak ilan ediliyor ve yeniden yapılandırılması hedefleniyor. 15 Temmuz 2016’dan sonra yaşanan gelişmelere ve faşizmin daha da merkezileştirilmesi olgusuna bakıldığında, SADAT’ın ne denli isabetli icraatlar yaptığı da ortada.

15 Temmuz darbe girişimi ise, böyle bir yönelime bulunmaz bir fırsat sağlamış olmasıyla önemli: 20 Temmuz 2016’ya dek sokaklarda gezen ve çektikleri videolarla sağa sola tehditler savuran eli silahlı dinci-faşist sürüsünün SADAT’ın koordinatörlüğüne tabi olduğu, bağımsız hareket etmesinin ise olasılık dahilinde olmadığı açıktır. (Bu açıdan, 15-20 Temmuz 2016’da bir anda ortalığa saçılan ve aynı hızla “kayıp”lara karışan ordu envanterindeki silahların da şu an nerede ve kimlerin elinde olduğu anlam kazanıyor.)

SADAT ortağı ve yönetim kurulu üyesi Mehmet Naci Efe’nin BirGün gazetesine verdiği röportajda sürmekte olan tartışmalara netlik kazandıran birçok nokta bulunuyor. 17 Mayıs tarihli röportajda, Mehmet Naci Efe, kendisine yöneltilen “internet sitenizde gayri nizami harp eğitimi (pusu, baskın, yol kapaması, sabotaj) verdiğinizden bahsediyorsunuz. Bu eğitimleri verdiniz mi?” Sorusuna bakalım nasıl cevap veriyor:

“Biz sadece fikir veririz. ‘Şunu böyle böyle yapacaksınız’ deriz. Şu ana kadar da kesinlikle yapmadık.”

Bir örgüt şayet askeri eğitim vermiyorsa ve böyle bir derdi yoksa, niçin ‘şunu böyle böyle yapacaksınız’ desin? “Sadece”ler konuyu sadeleştirmiyor, ama bunun da bir çeşit eğitim verme olduğunu Mehmet Naci Efe bilmiyor olamaz.

Görüldüğü gibi, açıklama, inandırıcı olmaktan uzak. Ama M. Naci Efe’nin inandırıcı olmak gibi bir kaygısının olmadığı da belli. Böyle bir kaygısının olmadığı, “Sadat’ın 15 Temmuz darbe girişimindeki rolü neydi?” sorusuna verdiği yanıtta daha da çok ortaya çıkıyor. Yanıt adeta itiraf niteliğinde:

“Her türk vatandaşı gibi bizim 3-5 tane çalışan vatandaşımız çıkıp sokaklarda münferiden ülkesini savunmuştur. Yani herhangi bir organizasyon yok.”

Bir önceki yanıttaki sadeleştirme, burada da “3-5 çalışan” ile kendisini dışa vuruyor. Şayet M. Naci Efe inandırıcılık kaygısı içerisinde olsaydı, bu “sade”leştirme yerine, büyük olasılıkla “katılım oldu ama herhangi bir organizasyon yok” demekle yetinirdi. Sorulmayan sorunun cevabı olarak söylenen “3-5 çalışan” ibaresi, asıl kaygının “SADAT’ın 15 Temmuz günü sokaklarda olduğu”na inandırma yönünde olduğunu gösteriyor.

Peki kimmiş bu “münferiden” ülkesini savunmak için sokaklara çıkan “3-5 çalışan” vatandaş? Yanıtı, bırakalım yine M. Naci Efe versin:

“Bizim Adaleti Savunanlar Derneği diye bir derneğimiz var. Subay ve astsubaylardan oluşan bu derneğin de 1000-1500 tane üyesi var...”

Bu küsuratlı sayıların ne anlama geldiğini bir tarafa bırakırsak; 15-20 Temmuz 2016’ya yürütülen gayrinizami harp operasyonunu gerçekleştirmek için ideal bir sayı olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, yaşananlara ve sergilenen pratiğe bakıldığında, böyle bir operasyonu yalnızca SADAT tipi bir yapının yürütebileceği de açık.

Sertaç Eş’in 16 Mart 2022 tarihli bir yazısında, SADAT tipi paramiliter yapıların muhtevası şöyle anlatılıyor:

“Savaşta tarafları ayırmak kolay değildir. Gölgelerde kalan siyah ve gri olanlar, aydınlık alanlardan daha fazladır. Paralı askerler, bu gri ve karanlık bölgelerde hareket etme yeteneğine ve özgürlüğüne sahip kurumlardır. Karmaşık siyasi ve ekonomik örgütlenmeleri, onların hem ulusal hem de uluslararası hukuk kurallarından kaçmasını kolaylaştırmaktadır. İşler içinden çıkılmaz bir hal aldığında, eski şirket kapanır, yeni isimle açılır. En güzel örnek, adı Irak’taki cinayetlerle anılan Black Water’in Academia adıyla yeniden açılmasıdır...”

Anlaşıldığı üzere, artık SADAT üzerinde durmaya pek gerek yok. Bu kuruluşun ne olduğu da, ne yapacağı da bellidir. Yani Kılıçdaroğlu’nun belirttiği gibi bir muğlaklık söz konusu değildir. Aksine, o, bu muğlaklığı, kitleleri korku ile dizginlemek ve maniple etmek istediği için kasten yaratmaktadır. Çünkü aksi durumda, kendisine ve başkalarına inanan ve güvenen kitleler, Kılıçdaroğlu’nun da temsil ettiği tekelci sermaye sınıfının iktidarı için ciddi bir tehdit oluşturacaktır.

Tüm bunlardan çıkan sonuç şudur: SADAT’la mücadeleyi salt teşhir ile (hatta daha da kötüsü salt SADAT ile) sınırlandırmak; dinci-faşist parti liderinin dahi, oluşan siyasal atmosferin baskısıyla ortaya atılan iddiaları / suçlamaları bir bakıma ikrar ederek “SADAT ile hiçbir alakam yok” dediği / demek durumunda kaldığı şu koşullarda, verilen çabanın olsa olsa SADAT’ın Black Water’la aynı akıbeti paylaşmasına ve başka bir isimle faaliyetlerine devam etmesine, yürütülen teşhir politikasının ise bir kısır döngü içerisine girmesine sebep olacaktır.

Oysa aslolan, SADAT’ın oluşmasına uygun zemini hazırlayan ve olası bir halk ayaklanmasında işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı her türlü terör ve vahşeti yaşatacak olan faşizmi ortadan kaldırmak ve tam ve kalıcı bir demokrasiyi, halk demokrasisini inşa etmektir, yoksa tek tek faşizmin kurumlarıyla uğraşmak değil. Böylesi bir çaba, halkı anlamsız bir pratik içerisine çekmekten ve yıpratmaktan başka bir işe yaramaz.

SADAT’a karşı mücadele demokrasi mücadelesinin, demokrasi mücadelesi de faşizmin tüm bürokrasisine ve tüm silahlı paramiliter çetelerine karşı devrim mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Leninizmin bilimsel silahıyla kuşanmış bir işçi sınıfı bu mücadeleyi zaferle sonuçlandıracaktır.


18 Mayıs 2022