< Daha Fazla Özveri

 

İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz Türkiye tekelci kapitalizminin yapısal bunalımıdır. Bu krizin ve bunalımın temelinde, üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin toplumsal karakteri var. Toplumsal üretilene bireysel el koyma ve bireysel mülk edinme biçimi arasındaki çelişkiden kaynaklanıyor. Buna bir de ekonomik bağımlılık eklenince krizin boyutları daha da genişliyor ve derinleşiyor.

Derinleşen ekonomik ve siyasi kriz, seçimler sonrası daha da boyutlanarak devam ediyor. Kriz derinleştikçe işçi-emekçilerin hayattan kovulması da hızlanarak sürüyor. Bir kutupta yokluk-sefalet büyürken, karşı kutupta ise servet ve sefahat birikiyor. Her açıklanan yeni ekonomik önlemler bunun daha da derinleşeceğini gösteriyor. Elimizde kırıntı düzeyinde ne varsa, onu da elimizden almak için her türlü oyuna başvuruluyor. Bizler evimize ekmek götüremez durumdayken, tekeller sürekli yeni karlar açıklıyorlar. Tekellerin karlarına yenilerini eklemek için işsizlik fonunu kullanıyorlar. Bizden kesilerek birikmiş olan işsizlik fonu batık bankalara, sermayeye aktarılıyor. Bize yaşamayı dahi çok görenler, simit-çay hesabı yapanlar, devletin tüm olanaklarıyla sermayenin çıkarına her şeyi yapıyorlar. Uluslararası ekonomi dergilerinde ilklere giren milyarderleri her gün gözümüze sokarcasına yayınlıyorlar. Bütün bunlar olurken işçi ve emekçilerin de sesini çıkarmadan beklemesi için her türlü baskıyı şiddeti uyguluyorlar.

Ekonomik alanda durum böyle de, demokratik alanda çok mu farklı? Hayır, hiç de farklı değil. Ekonomik şiddetle bastıramadığı, kontrol altına alamadığını, demokratik alandaki baskı ve şiddetle yapmaya çalışıyorlar. En küçük bir hak arama eylemini şiddetle, baskıyla, mahkeme ve zindanla bastırmaya sindirmeye çalışıyorlar. En temel hak olan sendikalı olma hakkına işten çıkarmayla cevap veriyorlar; greve çıkan işçilerin grevlerini yasaklayarak. Ve tüm işçi sınıfını işsizlikle, açlıkla susturmaya çalışıyorlar. Bu krizler ekonomik ve demokratik kazanımımızı yok etmenin bir aracı oluyor. Yıllarca verilen mücadele sonucu elde ettiğimiz tüm kazanımlarımız bir gecede yok ediliyor.

Mevcut sistem varlığını sürdürdüğü sürece bu krizlerden kurtulma şansı ve olasılığı yok. Sorunun nedeni olanların bakış açısıyla bu krizden çıkış-kurtuluş mümkün değil. Kapitalist sistemin sınırlarını aşmayan, sistem içi çözümler bu sorundan kurtulmamıza yetmez, yetmiyor. Çözümün yolu burjuva sınırların ötesinde daha ileri bir toplum olan sosyalist sistemde.

Sistem içi çözüm arayan ortalama sol, oportünistler, reformist ve sarı sendikaların mücadele yöntemi olarak önümüze koydukları; “faturayı biz ödemeyeceğiz” demekle olmuyor. “Krizi biz çıkarmadık, siz çıkardınız o zaman faturayı da siz ödeyin” demek, burjuva sınıftan iyi niyet, hoşgörü beklemekten öte bir anlam ifade etmiyor. Bizi kurtaracak olanın, bizi ezenlerin sömürenlerin iyi niyet ve hoşgörüleri olmayacaktır. Bizi ancak örgütlenmek ve mücadele etmek kurtaracaktır.

İşçi sınıfı faturacılıkla, sistemin reforme edilmesiyle yetinmek istemiyorsa, ki istemiyor, o vakit bizi ezen, sömüren kapitalist sınıfa karşı örgütlenerek, mücadeleye girişerek ve mücadelenin hedefine kapitalist iktidarı temellerinden sarsarak yıkmak ve işçi sınıfının iktidarını kurmak için hareket etmekten geçiyor.

İşçi sınıfı bunu başarabilir, başaracaktır. Bugünden burjuva sınıfın temellerinde sarsacak hatta sarsan irili ufaklı birçok eylemler var. Bu eylemlerin tek eksiği, tek merkezden yönetilmiyor olmaları ve aynı amaç için hareket etmemeleri. Bir kısmı demokratik, bir kısmı çevreci, bir kısmı kadın sorununa ilişkin, bir kısmı ekonomik vb, vb. Tek tek saymaya kalkılsa bu sayfalara sığmayacak kadar fazla. Bu tür eylemler dağınık oldukları için gerçek güçleri yeterince açığa çıkmıyor. Ve dağınık olmaları bir dezavantaj oluştursa da, eylemde olmaları bu durumu tersine çevirme kapasitesine sahip. İşçi sınıfı deneyimlerinden öğreniyor. Bu eylemler sınıf olarak bilinçlenmemize ve deneyim kazanmamıza vesile oluyor. Bir sınıfın parçası olduğumuzu devletin ve yasaların ne için olduğunu pratikle sınayarak öğreniyoruz. Yani yalnızca teorik olarak değil bizzat damdan düşerek, düşmenin ne demek olduğunu öğreniyoruz. Burada aşılması gereken durum, bu tek tek akan dereleri aynı yöne akmasını sağlayarak bir ırmağa dönüştürmek. Bu akışı sağladığımız oranda ezen sınıf karşısında durumumuz daha güçlenecektir.

Önümüzdeki süreçte bu tek tek akan derecikleri bir araya toplamak, toparlamak ve güçlü bir devinim sağlamak için, işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta tüm ezilen, sömürülenleri Taksim’e Kızıl Meydana getirmekle işe başlanabilir. Bu bir ilk adım olacaktır. Son ve tayin edici mücadelemizde Taksim bir itilim bir ivme kazandıracaktır. Taksim işçi sınıfı için her zaman toparlayıcı, güçlendirici olmuştur. Eylemdeki bütün işçileri 1 Mayıs’ta Taksime getirmek, sınıfın ana gövdesiyle birleştirmek, tüm işçi sınıfına moral ve motivasyon kaynağı olacaktır.

Devrimci komünistler bunu başardığında, ki başarmak zorundayız, o zaman krizlerden kurtulmanın ilk adımını atmış oluruz. Başka da seçenek yok. Her birimiz bu ayrı ayrı akan dereleri toplamak aynı yöne akmalarını sağlamakla sorumluyuz. Sömürüden kurtulmak isteyen her işçi daha fazla sorumluluk, daha fazla inisiyatif almak, daha fazla özveride bulunmak zorundadır.

Devrim daha fazla özveri demektir. Birey olarak, sınıf olarak, kolektif olarak daha fazla çaba, çalışma ve özveri.

İşçi sınıfı olarak örgütlü olmaktan, birlikte mücadele etmekten başka şansımız yok. Ancak bunları yaparsak sömürüden kurtulabiliriz...

Arif İşçi