Savaşan proletarya, nicel ve nitel olarak etkin ve büyük bir güçtür. Nicel olarak, işsizlerle ve tarım proletaryasıyla birlikte, nüfusun en büyük bölümüdür. Nüfusun büyük çoğunluğunun ücretli emekçi olması, maddi koşulların yeni ve daha üstün bir topluma geçiş için gelişkin olduğunu gösteriyor.

Çalışan sınıf, büyük niceliğiyle yeni toplumu örgütlemede daha rahattır. Nitel yönden de amacını gerçekleştirebilecek konumdadır. Sınıf bilinci, devrimci politik bilinç, sosyalist bilinç bakımından, örgütçülük yeteneği ve örgütlülüğüyle olsun, devrim eğitiminden geçmesi ve savaş kapasitesi bakımından olsun, kapitalist sınıfla tarihi kapışmada etkili ve etkin bir güçtür. Toplumsal (sınıfsal) konumunun ve misyonunun bilincindedir.

Eksiksiz tüm yasal ve uzlaşmacı sosyalist partiler için bu güç başka bir anlam taşıyor. Onlara göre, proletaryanın büyük gücü, burjuvazi ve burjuva iktidar üzerinde bir baskı gücü olarak kullanılmalıdır. Baskı gücü olmak, elindeki gücü göstererek, egemen güçle uzlaşmaya girmektir. Sermayenin sınıf egemenliğini ortadan kaldırmak değil, ama bazı ödünler uğruna bu egemenliğe dokunmamaktır. Amaçları, gerçek anlamda, proletaryanın kurtuluşu değil, ama durumunun iyileştirilmesidir. Çünkü proletaryanın kurtuluşu, devrimci savaştır, devrimci yol ve yöntemlerdir, emekçi sınıfın kurtuluşunu devrimci yoldan gerçekleştirmektir. Bu ise, onların hiç istemedikleri bir durumdur. Burjuva topluma öyle bir yerleşmişler ki, bunu başaracak her şeyden bilinçli olarak uzak duruyorlar.

Proletaryanın halk kitleleri üstünde artan etkisi ve sınıf savaşında etkin bir güç olması, savaşmasından, savaşan proletarya durumuna gelmesinden ileri geliyor. Ancak etkisi ve etkinliği yalnızca savaşla açıklanamaz. Kesinlikle bundan daha fazlasıdır. Savaşın içeriği devrimcidir. İktidarı ele geçirme bağından ve tüm hareketini etkileyen ve yön veren amacından ileri geliyor. Halk demokrasisi ve sosyalizmden kopuk olarak verilen savaş, kendi başına bugün yarattığı sonucu yaratamayacağı gibi, verilen savaş da uzun süre varlığını sürdüremez. Proletaryanın savaşan gücünü, emeğin kurtuluşuna yönlendirmek yerine, burjuvaziden ödün koparmak için kullanmak bu gücü felçetmek, etkisizleştirmek, pasifize etmek demektir.

 

Oradan Oraya Sürüklenmemek İçin...

Proleter sınıf, ilkelerinden uzaklaştığında, günlük mücadelenin detaylarının içinde yönünü bulamaz duruma gelir, oradan oraya sürüklenir. Proletarya, mücadelede yalpalamak istemiyorsa, nihai amacında net olmalıdır. Nihai amacı bilinçli olarak kavrayan işçi, verdiği mücadelenin süreci konusunda aydınlanmnış bir kafayla hareket etmiş olur. Nihai amaçta kesin netlik, verilen savaşın, buna katkı yapmasını da net olarak anlaması demektir. İstemler ve temel hedeflerin konuşu, bizi nihai amaca yaklaştıracak ve götürecek biçimde belirlenir.

Nihai amaçtan, komünizmin ilkelerinden uzaklaşanlar, böylelikle savaşan proletaryadan uzaklaşırken, burjuvaziye yakın düşmüş olurlar. Kapitalist topluma adapte olan tüm işçi partileri nihai amaçtan, temel ilkelerden uzaklaşanlardır.

Bir kez uzlaşmanın kapısını açtın mı, böylece başka uzlaşmaların yolunu da açmış olursun, varılan nokta uzlaşmacılığın temel politik bir çizgi haline gelmesidir. Amaçlı ve ilkeli bir etkinlikten, amaçsız, ilkesiz bir konuma gelirsin. Başeğmez bir devrimci mücadele çizgisinden, başeğen bir duruma yuvarlanırsın.

Yalnızca nihai amaçtan, bilimsel sosyalizm ilkelerinden uzaklaşmakla, oportünist ve reformist bir politik hat izler duruma gelmezsin; yakın temel devrimci hedefleri günlük mücadelenin arkasına ittiğinde de, bekleyen aynı durumdur. Tam da bu nedenle, günlük siyasal ve toplumsal dalgalanmalardan çabuk etkilenirsen toplumsal ve siyasal sürece değil, süreç sana ve senin politikana müdahale eder. Bu duruma düşmek istemiyorsan yönünü devrime çevir.

 

Olguları Bütün Yönleriyle Görelim

Kapitalist toplumun gelişmesinin bir yönünü ele alırsak, kendimizi olguları çok yönlülüğü içinde değerlendirmekten yoksun bırakmış oluruz. Böylece bakış açımızı daratlmış oluruz. Bunun da sonucu, proletaryanın, bu toplumsal sisteme karşı mücadele görevlerini bütün yönleriyle ortaya koyamaz duruma düşeriz.

Olguya bütünsel bakış: Sermaye bugün birkaç tekelci sermayenin elinde merkezileşmiştir. Daralma hızla kendi sonuçlarına doğru ilerliyor. Emekçi halkın sefaletinin büyümesi, baskı, köleleşme ve yoksullaşmanın artması; bununla birlikte işçi sınıfının başkaldırıları, ayaklanmaları da artar. Bütünlüklü bakıldığında, burjuvaziyi zenginleştiren aynı koşullar, onun yıkılışını da hazırlar. Toplumun uzlaşmaz çelişkileri keskinleşirken, çelişkileri çözecek sınıf savaşı da alabildiğine şiddetlenir. Burada savaşan proletaryaya düşen, sınıf savaşını tutarlıca sonuna kadar götürmektir. Sonuç almak için koşullar son derece uygundur.

Koşulların her bakımdan oluşması ve olgunlaşması, dünyanın bir çok merkezini ayaklanmalar alanına çevirdi. Ayaklanmalar, sistemin bazı yönlerine değil, toplumsal sistemin bütünlüğüne yöneldi. İktidar hedefiyle bağıntılı olarak, devrimci nitelik aldı. Çok açıktır ki, burada kesin sonucun alınması, proletaryanın devrimci sınıf partisinin sürece müdahale etmesine bağlıdır.

 

Yoksulluğu Yaratan Kapitalist Özel Mülkiyettir

Yoksulluk üzerine açıklamalar, günlük çalışma sırasında çok sık yapılır. Açıklama, aynı sıklıkla da hatalı yapılıyor. Hata şuradadır ki, emekçi kitlelerin yoksulluğu, ekonomik krizle bağıntılı ortaya konuyor. Evet, ekonomik krizlerle emekçilerin yoksulluğu ve büyüyen sefaleti arasında bağlantı var. Ama bu konunun çok eksik konuluşudur. Sorunun temelini açıklamaktan da uzaktır. Ekonomik krizlerde işsizliğin artması ve bununla ilişkili olarak çalışanların ücretlerinin düşürülmesi, emekçilerin yaşam koşullarının daha kötüleşmesi bir gerçektir. Ama gerçeğin sadece bir yanıdır.

Gerçek olan, yoksulluğu yaratanın kapitalist üretim olduğudur. Kapitalist üretim, bir kutupta zenginlik birikimi, diğer kutupta yoksulluk, yoksunluk ve sefalet birikimidir. İşçilerin yoksulluğu, sanayi sermayesinde verilidir. Sermaye üretiminde işçilerin yoksulluğu önkoşuldur. Sermaye üretimi, kendi koşulunu, kapitalist üretimin sonucu haline getirir. Marx, bu durumu, sermayenin tarihsel eğilimini ele aldığı Kapital’in I. Cildinin sonunda ikna edici biçimde açıklar. Yine başka yerde söylediği, “sefaleti azaltmadan zenginliği arttıran bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeyler olması” tespiti, sefaletle özel mülkiyetin bağını kurar. Sefalet, yoksulluk kapitalist üretim tarafından yaratıldığı için, Marx burada tam da bu üretim biçimini anlatıyor.

Sermayenin büyümesiyle birlikte, emeçilerin yoksulluğu da büyür. Proletarya, örgütlü bir mücadeleyle, yoksulluğu bir an için biraz olsun hafifletebilir. Ya da siyasi bir ayaklanma emekçilerin lehine ekonomik kazanımlar getirebilir. Fakat bu yöndeki gelişmeler ne olursa olsun, gerçek olan emek sermaye karşıtlığının büyüdüğüdür. Ve aldığı ücret ne olursa olsun, işçilerin yarınlarının güvensiz olduğudur. İşçiler, etkin bir mücadeleyle, emeğin korunmasında kısmi, sınırlı, geçici bir iyileştirme yapabilirler. Fakat emek-sermaye ilişkisi devam eder. Kapitalist üretim, sadece metalar üretmez; emekle sermaye arasındaki ilişkiyi de yeniden üretir. Akat aynı zamanda, kendini ortadan kaldıracak koşulları da üretir. Koşulları ne kadar olgun olursa olsun, kapitalizm, devrimle ortadan kaldırılır. Sorunun devrim yoluyla çözümü, bugün olmadığı kadar günceldir.

 

Sadece Koşulların Etkisiyle Değil...

Derinleşen yoksulluğun ve büyüyen sefaletin, kitlelerin devrimci öfke patlamasına yol açması kaçınılmazdır. Öfke patlaması kendini sayısız eylem biçimiyle açığa vuruyor: Grevler, sokak savaşları, ayaklanmalar, vb. Halk kitlelerinin sık sık sokağa çıkmalarının altında ciddi ekonomi, toplumsal ve siyasal nedenler var. burjuvazinin artan şiddeti, siyasal baskısı ve saldırılarının, kitlelerin sokağa inmelerinde büyük etkisi var.

İşçi sınıfının ve emekçi halkın eylemlere etkin olarak katılımı yalnızca toplumsal koşulların etkisiyle açıklanamaz. Bu açıklama biçimi, proletaryanın sınıf mücadelesi tarihe ve sosyalizm tarihine aykırı olur. Çünkü bu tarihin oluşumu, nesnel toplumsal koşulların etkisine bağlanamaz. Bu tarihin yaratılmasında, proletaryanın bilinçliliği var, örgütlü mücadelesinin etkisi var. Proletarya, kendi tarihini bilinçli olarak kuracak nitelikte. Dolayısıyla insanlığın geleceğini belirleyecek durumda.

Bugün sınıf mücadelesinin her alanında, devrimci sosyalist proletaryayla karşılaşabilirsiniz: Fabrikalarda, atölyelerde, plazalarda, tarım işçileri arasında, devlet işletmelerinde, işsizler arasında örgütlenen ve mücadele eden devrimci sosyalist proletaryadır. Bu nitelikte işçiler az sayıda değildir. Kitlesel bir güçtür. Onların mücadelesi olmadan, devrimin zaferinin adı bile edilemez. Gezi Haziran Halk ayaklanması sırasında devrimci sosyalist işçiler mücadelenin yalnızca öncüsü değil, hareketin yürütücü, vurucu gücü oldular. Devrim, bu dinamik güçlerle ilerliyor.

 

Proletarya Kendi Kurtuluşunu Hedeflemelidir

İşçi sınıfının kurtuluşu, iktidarın ele geçirilmesinden geçer. Devrimci sınıf, tüm gücünü, enerjisini, savaşçılık yeteneğini ve devrimci pratiğini; kısaca devrim adına ne öğrendiyse, onu iktidarı fethetmek için kullanmalıdır.

Kendi kurtuluşunu hedeflemeyen ve bunun için savaşmayan emekçi sınıf, burjuva muhalefetin iktidarı için kullanılan bir kitle gücü durumuna düşer. Burjuvaziye hizmet eden uzlaşmacı sosyalistlerin yapmak istedikleri tam da budur.

Reformist ve oportünist hareketler, bunu elbette doğrudan söylemiyorlar. Böyle olsaydı, kendilerini çabuk teşhir eder ve bugünkü durumlarını sürdüremezlerdi. Bunun için, daha incelikli yollara başvuruyor, daha “ikna edici” gerekçelere başvuruyorlar. Onlar, hangi gerekçeleri sıralarlarsa sıralasınlar ve hangi oportünist inceliklere başvururlarsa başvursunlar, biz, bu savunmaların hangi sınıfın çıkarına hizmet ettiğine bakmalıyız. Tüm bu “dürüstçe” sözleri, sınıf ölçüsüne vurmalıyız. Ancak o zaman tüm foyaları ortaya çıkar. Onların yüzündeki maskeyi düşürdüğü ve aslında küçük burjuva demokratlarından başka bir şey olmadıklarını gösterdiği için sınıf ölçütünü kullanmamızdan çok rahatsız olurlar. Ve şunu hep söyledik: Her zaman, her yerde, daima son sözümüz, işçi sınıfının kurtuluşu olacaktır.

 

Savaş İlanı Savaşın Kendisi Değildir

“Bütün ülkelerin işçileri birleşin” çağrısı, kapitalizme karşı bir savaş ilanıdır. Komünist partisinin programı bir savaş ilanından başka bir şey değildir. Kuşkusuz sorunun bu şekilde ifade edilişi, proletaryanın sınıf mücadelesine bir itiş verir. Devrim programı, sınıf mücadelesini geliştirecek biçimde formüle edilmelidir. Fakat savaş ilanı, savaş çağrıları, savaş ajitasyonu vb henüz savaşın kendisi değildir. Devrimci savaş, sadece savaş ilanından ibaret olsaydı, devrim gevezeliği yapan sosyal reformistler, en büyük devrimciler olurdu. Ama devrimin sadece lafının edildiği zamanlar, çok gerilerde kaldı. Savaşan proletarya yıllardır, devrimci programı hayata geçirmek için devrimci iç savaş yürütüyor. Yani bu topraklarda her gün yeniden savaş ilanı yapılacağına, savaşın kendisi veriliyor. Devrimci hareket bir bütün olarak devrimci savaşın içinden geçerek gelişim gösterdi. Devrimci sınıf savaşı güçlenerek, hızlanarak sürüyor. Devrimci sınıf savaşının şiarı: Zafere Kadar Devrim!

Biz, bu savaşı, devrimin zaferine götüreceğine dair, proletaryanın teori-pratik yeteneğine her zaman güven duyduk. 20. yüzyılın tarihi devrimci sınfın entelektüel bakımdan ne kadar üretken olduğunu ortaya koydu. Yine aynı tarihsel dönem boyunca, proletarya sınıf savaşının, devrimci pratiğin çok zengin örneklerini sergiledi. Ve yarın da yeni örneklerini sergileyecektir. Bütün bu deneyim, proletaryanın bu tarihsel savaşı kazanacağını, halk demokrasisi ve sosyalizm hedefini gerçekleştireceğini gösteriyor.

Zafer, savaşan proletaryanın olacaktır!

C.DAĞLI