Amerika’nın Çöküşü Ve Sonuçları Üzerine

 

Rusya’nın, batı için çalıştığını tespit edip tutukladığı sonrada bir takas anlaşmasıyla İngiltere’ye yolladığı ajanla çocuğuna yönelik İngiltere’de suikast girişimi oldu. Suikast, kimyasal madde ile yapıldı. Bunun üzerine İngiltere ortalığı ayağa kaldırdı ve tüm öfkesiyle suçluyu ilan etti: Rusya.

Şüphesi olan mı var, öyleyse kimyasalı incelesin diyor. İşe bakın ki, bu kimyasal sadece iki ülke tarafından üretiliyor. ABD ve Rusya. ABD, kendine hizmet etmiş bir ajanı niye öldürsün ki, mantıksız değil mi(!) Ama Rusya, onun gerekçesi çok açık. İntikam!

Durum bu. Bir Hollywood vari senaryo daha. Gerçi bir yapımcıya gösterseniz bunu senaryo alarak, 3. sınıf bulur ve gişe yapmayacağı gerekçesiyle reddeder. Ama İngiltere ve kankası ABD için bunun ne önemi var. Mağdur, delil ve şüpheli açık. İster inanın ister inanmayın. Onlar filmi çekmeye karar vermişler bir kere. Koltukları da sopa zoruyla doldurmaya niyetliler. Dolayısıyla sizin inanıp inanmayacağınızı değil, kimden yana olacağınızı önemsiyorlar. Tıpkı 11 Eylül’de, Irak savaşında olduğu gibi. Saddam, kendisinde nükleer, kimyasal olmadığını ispatlamak için yırtındı da ne oldu. Uluslararası kurumlar bu doğrultuda rapor verdi de ne oldu. Türkiye dahil bir dizi ülke, bile bile ABD’nin ardında hizaya girmedi mi? Irak işgal edilip, yüzbinler öldükten sonra; “ama, gerçekten yokmuş. Yanılmışız” dediler, o kadar.

Tıpkı bugün Rusya’nın, “ben deli miyim, niye Rusya’da üretilen bir kimyasalla öldüreyim. Hiçbir şey bulamasam, vururum silahı da Manş’a atarım. Sonra katili bulana aşk olsun” demesine, ne İngiltere ne de ABD’nin kulak asmayıp, katil sensin diyerek harekete geçmesi gibi.

Bundan bir kaç ay önce ABD’nin hegemonya krizini çözmek için Rusya ile çatışmacı bir politika izleyeceğine, Rusya düşmanlığı üzerinden batı ittifakını yeniden arkasında hizalamaya çalışacağına, Trump hakkında yürütülen FBI soruşturmasının da bu amaca hizmet ettiğine ve bu durumun tüm ülkeyi etkileyeceğine işaret etmiştik. Yaşananlardan, ABD’nin bu politikasını hızla hayata geçirmek istediği anlaşılıyor. Tarihin, kısa tarih halini aldığını burada da görüyoruz.

ABD sermayesi, devletini kendi politikası doğrultusunda harekete geçirmiş durumda. ABD’nin ulusal güvenlik strateji belgesinde Rusya açıkça düşman ilan edildi. CIA şefi dışişleri bakanı oldu. CIA’in başına gizli operasyonlar sorumlusu geldi. Bir yandan da küçük çaplı nükleer bomba geliştirilmesinde ciddi mesafe kaydedildiği açıklandı. Başlatılan gümrük-ticaret savaşı ise madalyonun diğer yüzü kuşkusuz.

Bu arada önemli bir gelişme daha oldu. ABD, büyük elçiliğini bu yaz Kudüs’e taşıyacağını açıkladı. Oysa beklenti bu sürecin 4-5 yıl süreceği ve bu zaman dilimi içinde de unutulacağıydı. Ama öyle olmuyor. ABD’nin acelesi var. Kendine tabi olacaklarla olmayanları, ki olmayanlar düşman olarak görüyor, hızla netleştirmek istiyor.

Son birkaç aylık bu gelişmelerin ardından da, yukarıda bahsettiğimiz ajan krizi patlak verdi. İngiltere Rusya’yı suçlamakla kalmadı 23 diplomatı sınır dışı etti. Ve bir çok alanda yaptırıma gideceğini açıkladı. Herkes biraz abartılı ama anlaşılır tepki derken, AB’nin 5 büyük ülkesi ortak açıklama ile Rusya’yı kınadı. Bu topa girmesi beklenmeyen Almanya ve Fransa’da saflarını gösterme ihtiyacı hissetti. Mesele bu şekilde soğuyacak sanırken, ABD ve 25 ülke, Rus diplomatları sınır dışı etme kararı aldı. ABD 60 diplomatı yolluyor ve bazı Rus temsilcilikleri kapatıyor. 25 ülkenin daha bu kararı almasında ABD’nin etkisi olduğuna ise şüphe yok. Durum öyle bir hal almış ki, Yeni Zelanda Rus diplomatı sınır dışı etmedim diye beni sakın yanlış anlamayın, benim ülkemde Rus diplomat yok diye açıklama yapma gereği hissediyor.

Ölüm kalım savaşı yürüten ABD, her alanda baskısını arttırıyor. Bu her geçen gün belirginleşiyor. Ve durum belirginleştikçe mesajı da belirgin hale geliyor: Ben tüm kapitalist dünyanın güvenliğini sağlıyorsam, siz de, benim güvenliğim ve refahım için gerekeni yapacaksınız. Yoksa buyurun, kaos ve savaşlarla dolu bir dünya!

Bu süreçte, ABD ile dengeli ilişki yürütme politikasının hiç kimse tarafından, özellikle bağımlı ülkeler ve bölgesel güçler tarafından sürdürülebilir olmadığının bir kez daha altını çizelim. Geçen sefer, Türkiye üzerinden bunu örneklendirmiştik. Türkiye, ABD’nin Ortadoğu bölge ve dünya politikasına ya uyacak ya da sonuçlarına katlanacak. İran ambargosunu delmekten verilecek ceza beklemede. Bu arada Bulgaristan’ın kulağına kim(!) fısıldadıysa, 1913’de Trakya’dan zorunlu göçe tabi tutulan Bulgarlar için 10 milyar Euro tazminat istiyor! Daha başka şeyler de var ama Türkiye’yi bir kenara koyup, aynı gerçekliğe bir de Afrin üzerinden örnek verelim.

Herkes gördü ki ABD, Afrin için kılını bile kıpırdatmadı. Oysa çok şey yapabilirdi. Peki niye? ABD-Rusya çekişmesinden faydalanarak yol almaya çalışan UKH’ne, ABD’nin bir cevabıydı bu. Açıktır ki, ulusal hareketi kendisiyle tam uyum içinde olmaya zorlamak içindi. Yeri gelmişken yeniden hatırlatmak gerekir ki, sadece Rojava’nın değil, dört parçanın da özgürlüğü İstanbul’la, Türkiye halklarıyla kurulacak stratejik birlikten ama devrimci temeldeki birlikten geçiyor.

Ve NATO genel sekreterinin şu sözüyle bitirelim: “Türkiye, ABD ile ilişkilerinin kötüleşmesinden endişe duymalı.” Doğru söze ne denir. Kapitalist dünyanın parçası olmak isteyenler sadece endişe değil, korkmalı. Ama kapitalizmi çöplüğe yollamak isteyenlerin, ABD ile ilişkilerinin kötü olmasından endişe edecek neyi olabilir ki. Zaten eşyanı tabiatına uygun olan da bu; değil mi?

İ.Cevat Çetiner