Burjuva demokrasisinin sınıf egemenliğine dayandığını, siyasi iktidarın kaynağının, burjuvazinin iradesine bağlı olduğunu ne zaman söylesek ve 1900’lerin başına kadar da bu durumun açıkça -hukuken de- kabullenildiğini anlatsak, şöyle bir itiraz duyuyoruz hemen:

Ama gelire, ikamete, eğitime, vb kıstaslara göre getirilen kısıtlamalarla yoksulların, sömürülenlerin iradesinin dıştalanması kalkmıştır. “Düşünce-basın-örgütlenme özgürlüğü”, “genel oy-parlamentarizm”, “anayasal eşitlik-adalet” vb haklar herkesin kullanımına açık hale geldi. Kısıtlamalar kalktı. Böylece demokrasi genişleyerek herkesi kapsar hale geldi. Burjuvazinin ilk başta yoksullar ve zenginler olarak halkı ikiye bölmesi sonlandı, halk şimdi gerçekten tüm nüfus anlamına geldi. Demokrasi, artık, gerçekten halk egemen olduğu devlet biçimi oldu!

Bu hikaye bizde “Çoban Sülo”nun maceraları olarak anlatılmıştır hep. Ve ekliyorlar, şimdi yapılması gereken, basitçe bu “demokrasiyi” sürekli iyileştirerek yoksulların etkinliğini daha da güçlendirmektir.

Önce de söylediğimiz gibi, burjuva egemenliği altında biçimsel bir eşitlik meydana geldiğine kuşku yok. Öte yandan, değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir elbet. Lakin, burjuvazinin kanıt olarak ileri sürdüğü değişimler, burjuvazinin kurduğu demokraside niteliksel bir değişime işaret etmiyor. Yaşanan, biçimsel demokrasinin, biçimsel eşitliğin biçimsel kısmına dair. Eşitlik daha biçimsel, demokrasi daha biçimsel hale gelmiştir. Burjuvazinin egemenliği altında sağlanan eşitlik, demokrasi, özgürlük, biçimsel olmanın ötesine geçemez. Geçmesi için, demokrasinin niteliksel gelişim göstermesi; burjuvazinin egemenliğinin son bulması ile mümkün olabilir. İşçi ve emekçilerin egemenliği altında doğrudan demokrasiye geçildiğinde demokraside, eşitlik ve özgürlükte biçimsel değil, niteliksel bir değişim olacaktır.

Durumun böyle olduğuna dair bizim kanıtımız, aksini iddia edenlere göre oldukça somut, elle tutulur olgulara dayanır. Son 150 yıla bakalım. Yani burjuvazinin egemenliği altında bu biçimsel eşitliğin geliştiği döneme. Göreceğimiz tek şey; zenginlerin daha da zenginleşmesi iken işçi ve emekçilerin daha da yoksullaşmasından başka bir şey değildir. İster bizim gibi bağımlı (yeni sömürge) ülkelere, istenirse en gelişmiş (emperyalist) ülkelere bakalım, göreceğimiz sadece şudur: Ülkelerin nüfusunu oluşturan %10’luk kesimin milli gelirden aldığı pay giderek artarken, %90’ını oluşturan kısmının payı giderek düşüyor. Burjuvalarla yoksullar arasındaki gelir ve yaşam düzeyi/kalitesi farkı giderek artıyor.

Durum hiç kimsenin inkar edemediği şekilde böyle iken, bizden inanmamız istenen şey, demokrasinin giderek genişlediği, yoksulların elde ettikleri tüm yasal haklar sayesinde iradelerinin siyasal iktidarın kaynağı haline geldiği; en az burjuvalarınki kadar hem de! Burjuvaziyle eşit bir etki gücüne ulaştıkları! İyi, güzel de nasıl oluyor da yoksulların iradesi demokraside/siyasal erk üzerinde etkin hale gelmesine rağmen, giderek zenginler karşısında daha da yoksullaşıyorlar? Biraz düşünmesini bilen herkes bu soruyu sorar. Emekçiler biz yemeyi, içmeyi, gezmeyi bilmeyiz, alın tüm bu zenginlikleri sizin olsun mu diyor kapitalistlere! Hadi bir ülkenin, iki ülkenin, üç ülkenin emekçileri bu akıl tutulmasını göstermiş olsun, iyi de tüm kapitalist ülkelerdeki durumun bu oluşu nasıl açıklanacak. Tüm dünyadaki emekçiler mazoşist demek dışında bu durumun açıklaması olmasa gerek o zaman. Elbette ki, basitçe “demokrasinin” biçimsel eşitlikten daha fazlasını emekçilere vermediğini, veremeyeceğini kabul etmemede ısrarcı olanlar için.

Üstelik burjuvalar, işçi ve emekçiler lehine sağlanan gelişmeleri, ki bunlar biçimsel olmanın ötesine geçmediği halde, devrim korkusu altında ve onu engellemek için kabul etmek zorunda kalmıştır.

Emekçi sınıflar, burjuvazinin uyguladığı diktatörlüğe (burjuva demokrasisine) daha 1830’lardan itibaren başkaldırmaya başlar. Aslında 1789 devriminden hemen sonraki Babeuf’un “Eşitlikçiler Hareketi’nin” ayaklanmasına kadar da götürebiliriz bu tarihi. Ama sınıf bilinçli ayaklanmalar 1830’ların sonlarına doğru görülmeye başlanır. Burjuvazi, bir yandan gelişen sınıf bilincinin diğer yandan sınıf hareketinin ayaklanmalar düzeyine ulaşması karşısında (ki Marx 19. yüzyılı iç savaş yüzyılı olarak görür), burjuva demokrasisinin olduğu gibi sürdürülemeyeceğini görür. Özellikle 1871 Paris Komünü ve 1917 Sovyet Devrimi ile işçi sınıfının kendi demokrasisini kırmasıyla. Ve burjuvazi, işçi sınıfını yatıştırmak için emekçilere haklar tanımaya başlar. İşçiler ve emekçiler elde ettikleri bu haklar sayesinde, biçimsel olarak da olsa burjuvaziyle eşit haklara kavuşmaya başlamış olur. Ama bu gelişme, burjuvazinin siyasal egemenliğinin üstünü daha fazla örtmesinden, gizlemesinden başka bir anlam ifade etmez. Çünkü burjuvazi, işçi ve emekçilerin kullanımına açtığı her alanın ya siyasal iktidarın belirlenmesindeki rolünü işlevsizleştirir ya da pratikte emekçilerin kullanamayacağı hale getirir.

Örneğin “toplantı özgürlüğü”, basitçe “demokrasi”yi savunanların taleplerinden biri olmuştur her zaman. Ve burjuvazinin demokrasisi altında tüm nüfusun eşitliğini sağladığına dair kanıtlarından biri. Oysa ki işçiler, emekçiler ve ezilen tüm kesimler, “toplantı özgürlüğünün en demokratik burjuva cumhuriyette bile boş bir laf olduğunu çok iyi biliyorlar, çünkü en iyi resmi ve özel binalar varlıklıların emrindedir. Zenginler toplantılar için yeterince boş zamana da sahiptir. Ve bunu yaparken burjuva iktidar aygıtının korumasından da yararlanırlar. Kent ve kır proleterleriyle küçük köylüler yani halkın büyük çoğunluğu, bunların hiçbirine sahip değildir... Gerçek bir eşitlik elde etmek için, emekçiler için gerçekten bir demokrasi gerçekleştirmek için, önce tüm resmi ve lüks binaları sömürücülerin elinden almak gerekir, önce emekçilere boş zaman yaratmak ve toplantılarının özgürlüğünün... silahlı işçiler tarafından korunmasını sağlamak gerekir. Ancak böyle bir değişiklikten sonra, işçilerle, emekçilerle, yoksullarla alay etmeksizin toplantı özgürlüğünden, eşitlikten söz edilebilir. Ne var ki, böyle bir değişikliği sadece, sömürücüleri, burjuvaziyi deviren emekçilerin öncüsü proletarya gerçekleştirebilir...” (Lenin, Seçme Eserler, C-7, sy 240)

Örneğin “basın özgürlüğü”. “...Burada da işçiler bilir ki, en iyi matbaalar ve en büyük kağıt stokları kapitalistlerin elinde bulundukça ve basına... demokrasi ve cumhuriyetçi rejim ne kadar gelişkinse o ölçüde daha açık, daha şiddetli ve kinik (insanın erdem ve mutluluğa, hiçbir değere bağlı olmadan erişebileceğini savunan bir görüş) sahneye çıkan sermaye iktidarı egemen oldukça, bu özgürlük bir aldatmacadır. Emekçiler için, işçiler ve köylüler için gerçekten eşitlik ve gerçek bir demokrasi elde etmek için, önce kapitalistlerin elinden, yazarları hizmetlerine sokma, yayın kurumlarını satın alma ve gazetelere rüşvet verme olanağı olmamalıdır. Bunun için ise, sermayenin boyunduruğunu silkip atmak, sömürücüleri devirmek, direnişlerini kırmak gerekir... Kapitalistler basının varlıklılarca satın alınma özgürlüğünü, sözüm ona kamuoyu yaratmak ve korumak için servet kullanma özgürlüğünü basın özgürlüğü olarak niteliyorlar... Gerçek özgürlük ve eşitliği... basını doğrudan ya da dolaylı olarak paranın gücüne tabi kılma objektif (nesnel) olanağının olmayacağı, her hangi bir emekçinin topluma ait matbaalara ve kağıt stoklarına sahip olacağı ve engelsiz kullanabileceği toplum düzeni getirecektir....” (agy, sy 241)

Örneğin genel oy-seçim-parlamentolara katılım. “Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e kadar parlamenter olarak yönetilen herhangi bir ülkeye bakın: asıl devlet işleri, kulislerin ardındaki daireler, özel kalem odaları, genel kurmaylar tarafından kararlaştırılır. Parlamentoda sadece lak lak edilir, hem de ‘sıradan halk’ı, kafese koymak özel amacıyla. Bu o kadar doğrudur ki, ...1917 Şubat burjuva devrimi daha doğru dürüst bir parlamento yaratmaya zaman bulamadan bütün günahları baş göstermiştir. Hükümet bir yandan, sırasıyla olabildiğince çok -küçük burjuva sosyalistini- iyi ücretli ve saygın görevlerin “yemliklerine” yerleştirmek için ve öte yandan halkı oyalamak için bitmek bilmez bir dans sergilerken, kalem odalarında, kurmaylarda devlet işi görülmektedir. ...borsa ve bankacıların da burjuva parlamentosunu egemenlik altına aldıklarının duyulmamış olması düşünülebilir mi” (agy ) diyerek Lenin, durumu hem teorik hem de yaşamdan örnekle böyle özetlemiştir.

Anlaşılacağı üzere, “demokrasi” burjuvazinin söylediği ve küçük burjuva sosyalizminin sandığı gibi genişleyerek tüm nüfusu kapsar hale gelmemiştir, gelemez de. Bu demokrasinin varlık nedeniyle uyuşmaz. Uyuşmadığını da pratik göstermiştir. Demokrasi devlet biçimidir ve hiçbir devlet, bir ülkede yaşayan herkesin çıkarlarını koruyan bir devlet olamaz.

Bir şey ne kadar değişim geçirirse geçirsin, halen o şey ise, bu onun asli niteliğini koruduğunu gösterir. Asli niteliğini, özünü kaybeden her şey, o andan itibaren başka bir şey olur çünkü.

Devletler hangi biçimlerde ortaya çıkmış olurlarsa olsunlar ve hangi içeriğe (köleci, feodal, burjuva, proleter) sahip olurlarsa olsunlar; ekonomik olarak egemen sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı, zor aracıdır. Bunun içindir ki, demokrasiyi tüm nüfusu kapsayacak şekilde genişletme iddiası veya bunu istemek safsatadır. Bu yöndeki çabalar beyhudedir. Bir ülkede yaşayan tüm insanların iradesini toplumsal yaşamın her alanında egemen kılmanın yolu, safsatalara sarılıp beyhude çabaların peşinde koşmaktan değil, demokrasiyi sönümlendirmekten geçer.

Demokrasi dediğimiz devlet biçimini bekleyen akıbet, yok olmadır. Bu ya demokrasinin giderek nüfusun daha küçük bir kısmına ait olması yani egemen sınıfın üyelerinin giderek artan bir kısmının da giderek demokrasiden dıştalanması biçiminde olur. Ki bu; bir noktada burjuva demokrasisinin sonlanmasıdır. Tekelci sermayenin siyasal egemenliği (siyasal gericilik), faşizm vb bu sonlanma sonrasına ait devlet biçimleri olarak belirir. Ya da toplumun hiçbir devlet biçimine dolaysıyla demokrasiye de ihtiyacı kalmamasıyla birlikte sönüp yok olması biçiminde olur. Ki, proleter demokrasinin, konseyler demokrasisinin başına gelecek olan da budur. Proletarya bu süreci bilinçli olarak yönetir, başına bunun gelmesi için çalışır. Tarihsel deneyimlerde bize, demokrasinin akıbetinin yok olma olduğunu göstermiştir. Kısaca hatırlayalım.

Köleci Demokraside:

Eski Yunan Demokrasilerinde “halk meclisi”ne girebilenlerin özgür yurttaşlar olduğunu söylemiş ve yaşanan demokrasinin köleciler demokrasisi olduğunu belirtmiştik. Peki bu özgür yurttaşların yani egemen sınıfın kendi arasındaki ilişkinin evrimi, demokrasinin serüveni nasıl olmuştur.

Atina demokrasisinde kentler kıra göre daha avantajlı konumdadır. Çünkü “Halk Meclisi” her sabah Atina’da toplanıyor ve Atina’da bulunan tüccarlar, dükkancılar vs meclis toplantısına rahatlıkla katılabiliyordu. Köylüler ise, meclis toplantılarında neredeyse hiç temsil edilemez. Çünkü kırdan kente gelmeleri zaman almakta ve bu zamanı ayırmaları, ekonomik nedenlerle mümkün değildir. Özellikle de tarım mevsiminde. Bu neden Halk Meclisi toplantılarına, 35 bin özgür yurttaştan sadece 2-3 bini katılım sağlar.

Öte yandan, her özgür yurttaşın devlet görevlerine seçilme hakkı vardır demiştik. Ama bu da mümkün olmaz. Çünkü bu görevler için ücret ödenmektedir. Dolaysıyla sadece zengin olanların burada görev alması mümkündür fiiliyatta.

Anlaşılacağı üzere, eski Atina’da iktidar organı olan Halk Meclisi özgür yurttaşların iradesine tabi kılınmış olsa da ve tüm yurttaşların bu meclise katılma hakkı olsa da, pratikte bu olmamıştır. Ama bu, Atina Demokrasisi için sorun olmamıştır en azından ilk dönemlerinde. Çünkü ilk dönemlerinde özgür yurttaşların ekonomik güçleri üç aşağı beş yukarı aynıdır. Biraz daha iyi olanlar devlet görevleri üstlenmektedir sadece. Ve bu, Halk Meclisi’ne katılım sağlayanların aldığı kararların üç aşağı beş yukarı tüm yurttaşların çıkarlarıyla uyum içinde olmasını getirmektedir. Dolayısıyla Halk Meclisi’nin toplantılarına katılım sağlayamamak bir sorun teşkil etmez. Rıza vardır. Öte yandan, gerek kölelerden gerekse başka devletlerden gelecek tehlikeler karşısında Atina’nın dolaysıyla özel çıkarlarının korunması için birbirlerine çok fazla ihtiyaçları vardır.

Ama bu durum, böyle devam etmez. Özgür olmakla kalmayıp köle ve toprak sahibi oldukları için giderek zenginleşenler, Halk meclisinde egemen hale gelmeye başlar. Halk Meclisine sadece kırdaki yurttaşların değil kentte olup da görece yoksul olan yurttaşların katılımı azalmaya başlar. Ya da zenginler tarafından iradeleri satın alınmaya başlanır. Ve zamanla Halk Meclisi, fiilen zengin köle ve toprak sahiplerinin iradesine bağlı hale gelmiş olur.

Bu köle ve toprak sahibi zenginlerin Halk Meclisinde sağladıkları egemenlik, ekonomik egemenliklerini güçlendirip sağlamlaştıracak düzenlemeleri yapmalarını olanaklı kılacaktır. Bu ise, siyasal egemenliklerini daha da güçlendirecektir.

Böylece köleciler demokrasisi, egemen sınıfın üzerinde mutabakata vardığı biçimiyle işleyemez hale gelir. Demokrasi ve organları, egemen sınıfın küçük ve neredeyse değişmez bir kesiminin iradesine bağlı olarak işler artık. Bu noktaya varıldığında demokrasinin çürümesinden, tıkanmasından bahsedilmeye başlanır. Sorun, idari önlemlerle aşılmaya / çözülmeye çalışılır. Ama çözülemez. Çünkü demokrasiyi daraltan, egemen sınıfın tüm üyelerinin katılımını fiilen tıkayan ve dolaysıyla egemen sınıf içinde bile çatışmayı yaratan şey, özel mülkiyettir.

Burjuva Demokrasisinde:

Burjuva demokrasisi de tıpkı eski Yunan Demokrasisi gibi, özel mülkiyetin lanetinden kaçamaz. Kapitalist ekonominin gelişimiyle birlikte 1800’lerin sonuna doğru tekeller ortaya çıkar. Burjuvazinin çok küçük bir kesimi, devasa bir ekonomik güce ulaşarak ekonominin egemen gücü haline gelir. Bunlar sadece proletaryanın değil, burjuva sınıfın geri kalan kesimi üzerinde de tam bir hakimiyet kurarlar. Bu, onların, siyasi iktidarın bağlı olduğu tek irade olmaları sonucunu doğurur. Kır ve kent küçük burjuvazisinin ve hatta orta burjuvazinin yani burjuva sınıfın sayısal olarak ezici çoğunluğunu oluşturan kesimlerin siyasal iktidara, devlet erkine kendi çıkarları doğrultusunda karar aldırmaları -tekellere rağmen karar aldırmaları- imkansızlaşır.

Burjuva demokrasisi biçimsel işleyişini sürdürse dahi, tekelci sermaye kendi sınıfdaşlarının iradesini hiçleştirmiştir. Bu durum, iradesi hiçleşen burjuva kesimler için bir sorun olsa da, kapitalist ekonominin durgunluk ve çöküş yaşamadığı dönemlerde ciddi bir itiraz ve kavga konusu haline kadar vardırılmaz. Burjuva aydınları, liberalleri vb arasından daha çok entelektüel bir tartışmanın konusu olarak varlığını sürdürür. Burjuva dünyası içinde, burjuva demokrasisinin işlediğine dair gönüllü bir kanma hali egemen olur. Siyasal partiler, sivil toplum örgütleri vs aracılığıyla siyasi iktidara / devlet erkine yaptıkları baskı ile, kendi çıkarlarının da bir ölçüde hayat bulmasını sağladıkları yalanıyla avunurlar. Sivil toplumun geliştirilmesi, tam/gelişkin/katılımcı demokrasi vs vs, tekellerin dışında kalmış burjuva dünyasının kendini avutma seansları olarak ortaya atılır. 1800’lerin başında bütün burjuva sınıf için anlam ifade eden (krallığa-monarşiye karşı yükseltilen şiarlar olarak) “eşitlik”, “özgürlük”, “adalet”, “temsili demokrasi” gibi kavramlar; artık bu kesimler tarafından sahiplenilir ve gündemde tutulur. Siyasi iktidardan dıştalanan dolaysıyla ekonomik çıkarlarını da koruyamaz hale gelen küçük burjuvazinin tekellere karşı yükselttikleri itiraz ve talepler haline gelir.

İşin ironik yanı, bu dönemin aynı zamanda, işçilerin ve yoksulların demokrasiye katılımının önündeki engellerin kaldırılarak biçimsel eşitlikte gelişme sağlandığı dönem olmasıdır. Yani burjuvazinin ve sosyal reformistlerin, demokrasinin genişlemesi üzerine masallar anlatıp burjuva demokrasisini yücelttikleri dönemde aslında olan tam tersidir. Burjuva demokrasisinin inkarı, sonu, ölümü gerçekleşmektedir.

Tüm bunlardan dolayı, tekelci sermayenin egemen olduğu yerde burjuva demokrasisi yani burjuva sınıfın tamamen egemenliği dahi yoktur. Küçük burjuvazinin hayranlıkla baktığı ve küçük burjuva sosyalist hareketin imrendiği Avrupa’da yaşanan, burjuva demokrasisi değildir. Ondan geriye kalan enkaz ve bu enkaz üzerinde yükselen tekelci sermayenin siyasal gericiliğidir. İnsanlar kavramlarla düşünür ve mevcut durumun kavramlaştırılması doğru yapılmayıp, sürekli burjuva demokrasisinden bahsedildiği için de, işçi ve emekçilerin yaşananları ve gidişatı anlaması ve tavır belirlemesi de hep sorunlu olmaktadır bu yüzden.

Avrupa işçi ve emekçileri, bu enkazdan ve üzerinde yükselen tekellerin egemenliğindeki gerici devletten kendi yararlarına köklü hiçbir değişimin gelmeyeceğini yaşayarak öğrendikleri için, Fransa’da ve bir çok Avrupa ülkesinde doğrudan demokrasiye dönük talepler ileri sürmeye başladılar. Gerçekte ortadan kalkmış ve geriye emekçi yığınları aldatma/oyalama amacıyla tutulan enkazından başka bir şey kalmamış olan temsili demokrasi, siyasal anlamda da çöküyor. Emperyalist ülkelerde dahi, emekçileri aldatma işlevini yerine getiremez halde.

Burjuva demokrasisi, tarihsel süreç içinde yeniden gelemeyecek şekilde yok olmasına ve emekçi yığınların içinde doğrudan demokrasi eğiliminin fiilen yayılmasına rağmen, reformist ya da devrimci olması fark etmeksizin sol hareketlerin küçük burjuvazinin taleplerinin peşine düşmeleri; sosyalizm adına, proletaryanın bağımsız dünya görüşü adına daha fazlasını söyleyememeleri acınası bir durumdur. Tekelci sermaye tarafından siyasal güçleri ellerinden alınan burjuva kesimlerin yükselttikleri “eşitlik”, “adalet”, “özgürlük”, “gelişmiş temsili demokrasi” vs etrafından kümelenmek acınası bir durum değilse nedir?

İşçiler, emekçiler, burjuvazinin kendi çıkarlarını toplumun çıkarları olarak gösterip herkesi kendi bayrağı altında dövüştürme oyununa düşmeyecektir. Bu oyuna alet olanlar, burjuvazinin temsili demokrasisi anlatısını allayıp pullayıp tekrarlayanlar, kendi inandırıcılıklarını tüketmekten başka bir sonuç elde edemeyecektir. Emekçi yığınlar kendi öz politik deneyimleriyle, sırtlarındaki yükten de kurtulacaktır.


Proletarya Demokrasisinde:

Proletarya demokrasisi, proletaryanın iradesinin siyasal iktidarın kaynağı haline gelmesidir. Proletarya için demokrasidir. Nüfusun küçük bir kısmını oluşturan burjuvazinin, toplumsal yaşamı istediği gibi düzenleme iradesinin, bu anlamda demokrasiye katılımının dıştalanmasıdır. Devletin şekillenişini belirlemeye ve devleti yönetmeye katılımına izin verilmemesidir.

Böylece tarihte ilk defa ve diğer demokrasilerden farklı olarak, nüfusun çoğunluğunun egemenliği gerçekleşmiş olur. Çünkü işçi sınıfı nüfusun çoğunluğunu oluşturur ve zamanla da nüfus içindeki oranı / büyüklüğü artar.

Proletaryanın egemen olması, basitçe “demokrasinin”, temsili demokrasinin genişlemesi değildir ama. Bu yeni bir demokrasidir. Demokrasinin farklı bir içerikte, proleter içerikte oluşmuş yeni bir biçimidir. Organları komite/konsey olan sosyalist/proleter demokrasidir. Sosyalist toplumun demokratik örgütlenişidir. Ve tarihteki en geniş biçimidir.

Proletarya, tarihteki en geniş demokrasiyi -toplumun en geniş kesimini kapsayan demokrasiyi yaratmış olsa da, proletarya demokrasisi nihai hedefi değildir. Bunun nedeni, proletaryanın sınıfsal konumuyla ilgilidir. Proletaryanın bir sınıf olarak tarihsel görevi, sınıfsız-sömürüsüz toplumu yaratmaktır. Çünkü ancak bu sayede, ücretli emek sömürüsünü bir daha canlanmamak üzere tarih sahnesinden kaldırabilir. Yani proletarya, sadece burjuvazi üzerinde egemenlik kurma mücadelesi vermemektedir. Hatta asıl mücadelesi bunun için de değildir. Burjuvazinin direnişi onu buna zorlar. Asıl amacı, kendi varlığını ve burjuvazinin varlığını sonlandırmaktır. Proletarya demokrasiye bunun için ihtiyaç duyar.

Sınıfların varlığına son vermek, bunu istemekle olmaz. Sınıflar nasıl ki insanların isteği ile ortaya çıkmamış ise, onların isteğine bağlı olarak da ortadan kalkmaz. Zorla ortaya çıkmadığı gibi, zorla da ortadan kaldırılamaz. Ortaya çıkmasına ve varlığını binlerce yıldır çeşitli biçimlerde sürdürmesine neden olan koşulların ortadan kaldırılması, başka türlü ifade edecek olursak, sınıfların ortadan kalkması için gerekli koşulların oluşması gerekir. Bu amaç için, en temelde, buna uygun ekonomik koşulların oluşması gerekir. Üretici güçlerin, üretimin toplumsal karakterinin ve toplumsal mülkiyetin; “herkese ihtiyacına göre” ilkesinin toplumda uygulanabilmesini olanaklı kılacak kadar gelişmesiyle mümkündür bu. Toplum bu yönde gelişim sağladıkça sınıflar da sönümlenmeye başlar. Sınıfların sönmesiyle eş zamanlı devletin de sönmesi gerçekleşir.

Proletarya, demokrasiye bu süreci yönetmek için ihtiyaç duyar. Burjuvazinin bu süreçte göstereceği direnci kırmak ve elde ettiği bütün iktidarı (ekonomik-politik-ideolojik) sayesinde bu sürecin gelişimini hızlandırmak için. Bunun için proletarya, proletarya demokrasisi /sosyalist demokrasi dönemini bir geçiş dönemi olarak görür. Nihai amacına ulaşması için gerekli koşulların yarattığı ve binlerce yıllık sınıflı toplumlar dönemine ait olguların / şeylerin yok edildiği bir dönem. Bir yanıyla yıkıp yok etme bir yanıyla inşa etme, var etme dönemi. İçinden doğduğu dolaysıyla üzerinde izlerini taşıdığı kapitalist toplumun pisliklerinden arınma dönemi. Böylece proletarya, demokrasi okulundan geçerek komünizme varır.

Proletarya demokrasisi de / devleti de, binlerce yıllık sınıflı toplumlardan tarihin bu yeni dönemine kalan bir kalıntıdır. Proletarya bunun bilincindedir. Bildiği içindir ki, burjuvazinin direncini çöplüğe atmayı amaçlar. Elbette ki istemekle, amaçlamakla bu olmaz. Bunun olmasını sağlayacak koşulları yaratmak gerekir. Ekonomik alandaki önlemler, bunu başarmak için temeldir. Ama yetmez. Proletarya, demokrasiyi de buna göre inşa eder. Devlet olmayan devlet olarak inşa eder. İktidarı ele aldığı andan itibaren, kurmak zorunda kaldığı proletarya demokrasisinin / devletinin niteliğinin önceki devletlerden tamamen farklı olması gerektiğini bilir. Kimileri bu farklılığı sadece, devletin yeni sahibinin proletarya olması olarak algılar. Bu doğru değildir. Proletarya tarihsel amacına ulaşmak için mevcut devleti ele geçirmekle yetinemez. Onu parçalayıp tarihin çöplüğüne atmak ve kendi nihai amacıyla uyumlu yeni bir “devlet” kurmak zorundadır. Bildiğimiz anlamda devlet olmayan bir devlet. Proleter demokrasi, “yarı devlet”, “sönümlenen, uykuya dalan devlet”tir. Engels, “biz devlet sözcüğünün yerine her yerde, Fransızca “commune”ün anlamını çok iyi karşılayabilen mükemmel eski Almanca sözcüğün, “topluluk”, kullanılmasını önermekteyiz.” der. Kimi çevirmenler, “kamu kurumu” olarak Türkçeleştirir bu öneriyi. Yeni “devlet” bu nitelikte olmalıdır ki, ekonomik gelişme sayesinde sınıfların sönmesiyle birlikte kendisi de sönümlensin.

Proleter demokrasinin bu niteliği, konseylerin “devlet” organları olması sayesinde olur. Konseyler sayesinde toplum, kendi kendini yönetmeyi öğrenir. Bir devlete, sistematik zor aracına, tabi olma ilişkisine ihtiyaç kalmaksızın toplumsal yaşamın yönetilmesini öğrenir. Konseyle demokrasiyle yeni bir kültür, alışkanlıklar, değerler doğar. İnsanal bir toplum doğmaya başlar. Böylece demokrasi gereksizleşir.

Sosyalizmden komünizme geçişle birlikte “herkese ihtiyacına göre” ilkesinin uygulanması sayesinde, toplumu kısır bir çatışmaya, eriyip yok olmaya götürecek uzlaşmaz bir çelişkinin ortaya çıkmaması güvence altındadır artık. Geriye kalan uzlaşır çelişkiler, farklılıklar (ki toplumsal yaşamın olduğu her yerde ve zamanda bunlar olur), konseyler demokrasisi döneminde gelişen toplumun kendi kendine tabii olma ilişkisi içinde yönetmesiyle çözümlenir. Ve böylece sınıfsız-sömürüsüz-devletsiz bir toplumsal yaşama, insanal bir topluma kavuşmuş olur insanlık.

Sonuç itibariyle demokrasi olgusunu bekleyen son, köleci demokraside olduğu gibi burjuva demokrasisinde de proleter demokraside de yok olma, ortadan kalkmadır. Sömürücü sınıfların egemenliği altındaki demokrasilerde bu, siyasal egemenliğin toplumun daha dar/küçük bir kesiminin eline geçmesiyle olur. Devlet, toplumun daha geniş kesimi üzerinde diktatörlük haline dönüşür. Proletaryanın egemenliği altında ise demokrasi sönerek yok olur. Toplumda, üzerinde diktatörlük uygulanan hiçbir kesim kalmaz dolaysıyla diktatörlük, sistematik zor da hiçbir izi bile kalmadan yok olur gider.

Bunun içindir ki, “özgürlük”, “eşitlik” vb vb adına temsili demokrasi peşinde koşmak, kabul edilsin ya da edilmesin, aslında toplumun daha geniş kesimlerini etkisi altına alacak bir diktatörlük, devlet sürecinin işlemesine izin vermekten başka bir sonuç vermez. Gerçek özgürlük, eşitlik vd’lerine kavuşmanın tek yolu şudur bu yüzden: Proletarya demokrasisine/doğrudan demokrasiye yönelerek demokrasinin sönümlenmesini sağlamak.

İ.Cevat Çetiner

NOT: Yazarın konu hakkında yazmış olduğu makaleleri bütünlüklü bir şekilde broşürden okuyabilirsiniz