Yaşlı dünyamız her geçen gün giderek büyük gelişmelere sahne olmaya devam ediyor. Sermaye sınıfına karşı proletaryanın savaşımı giderek derinleşiyor. Ekonomik ve politik kriz sadece yaşadığımız topraklardaki egemenleri değil, dünya genelindeki birbirine binlerce zincirle bağlı bulunan sermaye sahiplerini bunalıma sokmuş durumda.

Sınıf savaşı en acımasız savaşlardan olduğu için taraflardan birinin sırtı yere gelmedikçe diğerine rahat yok. İşte küresel emperyalist-kapitalist sistemin egemenleri bu sınıf bilinciyle hareket ederek kapitalist sistemin sıçramalı çöküşünü engelleyebilmek için proletaryanın devrimci savaşına karşı bin bir yolla karşı koyuyor. 90’ların ortasında başlayıp Asya’dan Amerika kıtasına, oradan Avrupa’ya ve Türkiye’ye kadar yayılan krizle birlikte güçlenen küresel isyan dalgası Seattle’dan başlatarak dünya geneline yayıldı.

Avrupa ve ABD emperyalizmi halkları kanla boğacakları bir savaşa girişirken, emekçi sınıflar ve ayaklanmaların en büyük dinamiklerinden gençlik sokaklara aktılar.

Emperyalistlerin tam ilhak politikaları bağımlı hale getirdiği ülke ekonomilerini denetim altına aldığı gibi, o ülkelerin tarımını, sanayisini, ticaretini de yıkıma uğrattı.

Yüz binlerce genç insan yabancı kapitalistlerin fabrikalarında çok ucuz ücretlere, ağır koşullarda çalışmaya mahkum edildi. Üniversiteler büyük tekellerin nitelikli eleman yetiştirme yerleri olsun diye tamamen sermayeye peşkeş çekildi.

İşsiz kalan yüz binlerce gencin hayattan kovulduğu, üniversite mezunu milyonlarca öğrencinin geleceksizlik pençesine bırakıldığı bir ortamda işçi, işsiz, öğrenci gençlik sokaklara aktı.

2011 yılında dünyamızın emperyalist merkezleri eylemlerle sarsılıyordu. Gencecik insanlar %1’e karşı %99’un sesini sokaklarda haykırıyordu. Occupy yani “İşgal et” adıyla ortaya çıkan bu harekete, dinci-gericiliğin baskıcı ortamında büyümek zorunda kalan Mısır, Tunus gibi bağımlı kapitalist ülkelerdeki Arap halkının ayaklanmaları ekleniyordu. Bu eylemlere işçi sınıfının yanında katılan öğrenci gençler, genç kadınlar sokakları İslami gericiliğe ve kapitalist sömürüye karşı dolduruyordu.

Türkiye ve K. Kürdistan’da ise uzun yılların baskı ve katliamlarına, hayattan kovulmaya, açlığa, sömürüye, doğanın talanına karşı milyonlar ayaktaydı. Gezi ayaklanmasına katılan milyonların ana gövdesini liseli, üniversiteli gençler, genç kadınlar ve genç işsizler oluşturuyordu. Bir halk devriminin provasını andıran bu ayaklanmada özgürlük ve yeni bir dünya isteyen gençliğin devrimci eylemi bozkırı saran bir ateş gibi hızla yayıldı.

Toplumun en dinamik ve savaşçı kesimlerinden birinin geleceksizliğe mahkum edilmiş öğrenci gençlik ve genç işçilerin olduğunu bir kez daha gördük. Bugün hala devrimci gençliğin militan eyleminin 6-8 Ekim’de, kent savaşlarında ne kadar etkin bir güç olduğunu görebildik.

Gençliğin devrimci dinamiğini bugün Fransa’da, genç kadınların eylemlere öncülük ettiği Sudan’da da görmek mümkün. Emperyalist-kapitalist sistemin girmiş olduğu bu sıçramalı çöküş ve sosyalizmin sıçramalı yükselişi evresinde küresel çaptaki tüm hareketlerde gençlik en önde yürüyor.

Yeni evrenin devrimlerinin perdesinin aralandığı, dünyamızın her an büyük gelişmelere gebe olduğu bu süreçte ne yapmalı sorusunu kendimize tekrar tekrar sormalıyız. Gençliğin devrimci öncülüğünü kazanmak istiyorsak yeni evrenin devrimci kitle hareketlerini doğru kavramak, kuşağımızın alışkanlıklarına ve anlayışına göre örgütlenme biçimlerini, etkili teknoloji kullanımını geliştirmek zorundayız.

Gezi tartışmalarında gençliğin devrimci güçlerinin doğru dersleri çıkarması, sadece bu deneyime bir mazi olarak değil, buradan eksiklikleri doğru tespit ederek önümüzdeki devrimci görevlergereklidir. Eksikliklerimizi doğru tespit edip hızla gidermeyi başarabilmeliyiz.

Küresel çapta gelişen kitle hareketlerini incelemek dersler çıkararak, gençliğin önüne devrimci hedefleri nasıl daha etkili ve canlı koyabileceğimizin yollarını bulmamız gerekiyor.

K.Taylan Kızıldağ