Başlığımızdan da anlaşılacağı gibi bu yazımızda bu topraklarda yaşayan ulusların ezilmişliğine karşı ulusal özgürlük mücadelesi ile öne çıkan Kürt halkının özgürlüğünün, gerçekten nasıl elde edebileceğine dair bir tartışma yürüteceğiz.

Gerici burjuva cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu topraklarda yaşayan çeşitli uluslar ve ulusal topluluklar tek tipleştirme, sindirme, asimile etme politikaları altında kalarak, her dönem ağır katliamlara, ulusal baskılara, tarihlerinin, kültürlerinin ve dillerinin aşağılanıp yok edilmesine tanık oldular. Bu saldırılar yeri geldi ulusal güvenlik bahaneleri ile gerekçelendirildi, yeri geldi demografik yapının değiştirilmesi ve “güvenilir” unsurların o bölgelere yerleştirilmesi için tertiplendi; yeri geldi burjuva devletin ve sermaye sınıfının sermaye birikiminin zayıflığından dolayı ezilen ulusların göçertilip mallarının, zenginliklerinin yağmalanması şeklinde yapıldı. Ama her zaman sınırlar ve büyük Türk burjuva ulusunun şemsiyesi ve gölgesi altında yaşamak zorunda bırakılan farklı ezilen uluslardan milyonlarca insan, bu gerçekliği kabul etmediğinde sürgünlere gönderildi, soykırımlara uğratıldı. Ermeniler, Çerkesler, Lazlar, Gürcüler, Rumlar, Araplar ve Kürtler...

Tarihi boyunca kuruluşundan bu yana ezen Türk burjuva ulusunun yarattığı gericilik, saldırganlık, ırkçılık, şovenizm ve ulusal düşmanlık Türk işçilerin diğer halklardan nefret etmesine kendini üstün görmesine sebep oldu. Kürt halkının toprakları işgal ve ilhak edildi, iradeleri hiçe sayılarak zorla bu toprakların bir parçası haline getirildi. Tarihi boyunca gerici bir burjuva diktatörlük olarak kurulan ve 80 darbesinin ardından tepeden tırnağa faşistleşen devletin resmi ideolojisi, resmi aklı kendini toplum düzeyinde de belli ölçütlerde örgütledi.

Bu faşist güruhların geçmişten bu yana tertipledikleri vahşetler ile bu topraklarda yaşayan halklar arasına nefret tohumları ekildi. Sermaye egemenliğinin eğitim sistemi de, medyası da, resmi ideolojisi de,bütün kurumları da diğer halklara kin ve nefret üzerinde inşa edildi, faşist devletin yalanları, aldatmacaları boca edildi.

Buraya kadar yaptığımız anlatı, resmi tarih içerisinde adı bile anılmayan bu coğrafyalarda yaşayan halkların yaşadıkları sistematik saldırılara dair bir panorama çizmek içindi. Bu panorama içerisinde yaşadığı tüm katliam ve yok sayılmışlıklara rağmen, ulusal devrimci mücadelesi ile öne çıkan ve mücadelesi milyonlarca insana ulaşarak kitleselleşen Kürt halkına özel olarak bir pencere açalım.

Kürt halkı, iradesinin yok sayılmasına ve topraklarının sermaye egemenliği ve gerici burjuva cumhuriyet tarafından işgal ve ilhak edilmesine rağmen hiçbir zaman boyun eğmedi. Yaşadığı onca saldırganlığa, soykırıma, yok etme girişimlerine rağmen, sermaye sınıfının asimile etme ve kendine katma anlayışına karşı on yılları aşan bir mücadele tarihine sahip.

1.emperyalist paylaşım savaşının ardından burjuva kurtuluş savaşıyla kurulan gerici cumhuriyet, sermayenin iktidar olmasıyla Osmanlı’dan bu yana ezilen halklara özgürlük yerine baskı ve tahakkümü dayattı. Çünkü emperyalizm çağı ile birlikte dünyanın her yerinde sermayenin köleleştirmediği hiçbir ulus kalmadı. Ardından kapitalist gelişme, dünyadaki bütün ulusları kendi içinde o ulusun proleterleri ve burjuvaları olarak keskin bir şekilde böldü.

Bu topraklarda da onlarca ulusal topluluğu tahakküm altına alıp, ezen Türk burjuva sınıfı Türk proletaryasını, diğer ezilen ulusların işçileri gibi sefalete, yoksulluğa, tarifsiz acılara mahkum etti. Bugün dahi emperyalist-kapitalist sistem dünyamızın birçok köşesinde İrlanda’dan, Kürdistan’a, Bask’tan, Batı Sahra’ya, oradan Filistin’e kadar on milyonlarca emekçiyi ulusal baskı altında tutuyor. Siyonist İsrail devletinin Filistin’i ilhak ve işgal etmesiyle Arap emekçilere yaşattığı katliam, zorbalık ve baskının aynısı Kürdistan’ın her köşesinde kendini gösteriyor. Kısacası devletler değişse de işgalci ve ilhakçı devletlerin ezilen uluslara yönelik pratikleri, saldırıları değişmiyor.

Gerici bölge devletlerinin işgal, ilhak, ulusal baskı, asimilasyon dayatmalarına rağmen, Kürt halkı başta Rojava olmak üzere her parçada mücadelesini büyütüyor. Rojhilat’ta İran gericiliğine karşı her kavganın başını çeken ve sonuna kadar gitmeye kararlı Kürt halkı, tüm eksiklerine ve zorluklara rağmen demokratik özerk bir yapı kurmaya ve onu ayakta tutmaya çalışıyor. Ama egemenliklerini inkar ve ilhakçılık üzerine kurmuş olan bölge gericilikleri, bu yapıyı yok etmek istiyor.

Bugün tarihin en keskin dönemeçlerinden birinden geçerken, emperyalizmin küresel çapta hegemonyası çökerken dünyanın her yerinde devrimler, halk ayaklanmaları, isyanlar boy veriyor. Rojava’daki demokratik iktidar da böyle bir çöküş sürecinde doğdu. Emperyalizmle derin bağımlılık ilişkisi içinde bulunan devletler bir bir isyanlarla, ulusal kurtuluş mücadeleleriyle sarsılıyor. Emperyalist merkezlerin grevlerle sarsıldığı bir dönemde, iradesi yok sayılan ama ulusal devrimci mücadelesi ile ayağa kalkmış Kürt halkının kendi kaderini tayin etme, kendi geleceğini kendi elleriyle yazma ve bölge halklarıyla, proletaryayla bir birleşik devrime oldukça yaklaştığı bir dönemdeyiz. Ancak böyle bir dönemde devrimci, komünist, ilerici güçlerin üzerine de ciddi görevler düşüyor.

Fırat’ın batısında yaşayan milyonlarca emekçi, yoksul Kürt’ün bulunduğu, Kürt halkını ezen, katleden, baskı altında tutan faşist devletin işgal ve ilhakı ancak Türkiyeli işçi, emekçilerle örülecek birlikte bir mücadele ile kırılabilir. Kürt halkının acılarını görmeyip, kendi kaderini özgürce belirleme hakkını ona teslim etmeyen, özgürlük mücadelesini, kendi kaderini belirleme hakkını amasız, fakatsız savunmayan ve birleşik mücadelenin zorunluluğunu anlatmayan hiçbir asgari demokrat sosyal şovenlikten kaçamayacaktır.

Bugün Kürt halkının işgal ve ilhak altında olan coğrafyaların her birinde gelişen mücadelesine karşı sessiz kalmak, bunu görmezden gelmek veya Kürt halkını ezen devletlerin safında yer almak tam da bu noktaya çıkıyor.

Burjuva yoldan anayasal haklar, kültürel özerklik savunuları ile bu sorun kalıcı bir şekilde çözülemez. Bir ulusun ezilmesi ve topraklarının ilhakı üzerinde yükselen faşist devlet yapısı esneyemez, o ancak birleşik bir kavga ile yıkılabilir. Bugün Kürt halkının kazanımlarına ve özgürlük mücadelesine karşı dört koldan yürütülen bu saldırganlık, hepimizin gözleri önünde gerçekleşiyor. Bu gerçekliği yaratan sermaye egemenliğinden haklar talep etmenin, savaşı durdurmasını istemenin anlamsızlığı gözler önündedir.

Türkiyeli işçilere, emekçilere, devrimci gençliğe savaş tamtamlarını fetih edasıyla çalarak, yanı başımızda yaşayan halkların üzerine yağdırılan bombaların bizlere refah, iyi bir gelecek, mutlu bir hayat getirmeyeceğini yüksek sesle anlatmamız lazım. Tam tersine bu saldırılara sessiz kalmak, Kürt halkını yalnız bırakmak kopkoyu bir şovenist histerinin ve düşmanlığın halklar arasına döşediği mayınları yıkmayı imkansız hale getireceğini geniş kesimlerin bilincine çıkarmalıyız. Tutarlı bir demokrat veya devrimci olabilmenin tek yolu, ezilen ulusların büyüyen ulusal kurtuluş mücadelesi ile dayanışmak, yanında yer almaktır. Bunun için yanı başımızda cereyan eden Kürt halkının özgürlük mücadelesinin en güçlü dayanaklarından biri olmalı, yaratılmak istenen her türlü düşmanlık girişimine karşı kavgayı büyütmeliyiz.

Bu açıdan nasıl Filistin halkının özgürlüğünü ikirciksiz savunuyorsak, Kürt halkına yönelen saldırılara karşı da yüreklice durmalıyız. Jean Paul Sartre’ı proletaryanın gözünde tutarlı, devrimci bir aydın yapan da, tam da Cezayir halkına yönelen vahşi Fransız sömürgeciliğine karşı çıkmasıydı. Bizim tarihimizde Kürt halkının adını idam sehpasında haykıran Denizler bu anlamda bizler için büyük bir örnektir.

Bir kez daha birleşik devrimin, birleşik bir mücadele hattının ve bir halk iktidarının acılarımızı sonlandıracak, Kürt halkına gerçek kurtuluşu sunacak biricik yol olduğunu haykıralım. Lenin’in de dediği gibi sadece kendi gündelik sorunları için kavga veriyorsak ufkumuz ekonomizmi, öğrenci hareketinde akademizmi aşmaz, ama ezilen ulusların gerçek özgürlüğünü savunuyorsak işte o zaman gerçek devrimci Marksistler olabiliriz. Bu anlamda Kürt halkı ile dayanışma pratiklerimizi büyütmek, bir halk devriminin hepimizin acılarını sonlandıracağını bütün imkanlarımızla anlatmak günün acil, yakıcı görevidir!

K. Taylan Kızıldağ