< < Vatansever Mafya Ve İstisnaların Genelliği...

Daha dün bir bakan beyin, dünya semalarında fink attığı uçağın sahibinin, bugün Amerika’da uyuşturucu parası aklamaktan tutuklandığını herhalde bilmeyen kimse kalmamıştır. Yalnız, elbette bu fevri bir olaydır. Hem istisnalar kaideyi bozmaz, çünkü onun dışındaki herkes bir pürü pak, bir dürüst, bir ahlaklı ki bu konuyu daha deşmeye bile değmez!..

Keza bundan sadece bir iki yıl önce “yılın hayırsever iş insanı” seçilen ve Suriye’deki karşı-devrimci çetelere silah dağıtan bir çeteci, bugün gözden çıkarılıyor. Tabii hayırsever iş insanı çoktan soluğu yurt dışında almış bile. Sonra gelsin itiraflar, gitsin belgeler, kasetler, ses kayıtları foseptikten daha kötü kokan sarmal “ilişkiler”. Yani suç dizinleri, ortaklıkları... Belli ki artık kırılan kol yen içinde kalmıyor, kalamıyor. Bırakın kolu, havada kelleler uçuşuyor!.. Tabi hiç şüphe yok ki bu da tekil bir olaydır. Tüm mafya böyle değil! Onlar kendilerine çıkarılan özel aflarla; her türlü dokunulmazlığa sahip olarak can almaya, otellere, fabrikalara, marinalara el koymaya ve köşe başlarında çocuklarımıza uyuşturucu satmaya ve de vatanı, milleti çok ama çok sevmeye devam ediyorlar.

Devlete ait tekkeler ise neredeyse yüzyıl önce kapatıldı. Lakin adına çok eşlilik denen, zengin “müminlerin” kendilerine minik haremler kurması hiç kesilmedi. Cemaat adı altında tarikatların varlığını sürdürmesi de!... Elbette bunlar da tekildir. Sayıları on binleri bulsa da. Elbette mantığımıza ve matematiğe rağmen!... Hatta bu cemaat liderlerinin tarikat yurtlarında çocuklarımıza karşı işledikleri o en aşağılık suçlar da hiç olmadı. Olduysa da “Bir kereden bir şey olmaz”dı!...

Peki midemiz hala neden bulanmıyor. Bunları görerek, bunlara şahit olarak nasıl yaşayabiliyoruz. Nasıl uyuyabiliyoruz. Nasıl yemek yiyebiliyoruz. Nasıl insanı, canlı yaşamı ve doğayı sevebiliyoruz. Nasıl hala aşık olabiliyoruz. Acaba bilmek, bilip de susmak daha da kötüsü hiçbir şey yapmamak nasıl bir şeydir? Bunun bir anlamı olmalı. Bunca rezalete rağmen hala sessiz kalanlarımız, bu sessizliğimizle bunu onaylamalarımız... Hiç sormuyor muyuz kendimize; hala sandığımız kadar dürüst ve daha da önemlisi masum muyuz?

Hangimiz ne kadar masumuz ya da tersinden, ne kadar suçlu. Örneğin sabah akşam kadınlar katledilirken sessiz kalarak annemizi ya da ya da kız kardeşimizi nasıl sevebiliyoruz. Onlara nasıl sarılıyoruz. Bir erkeksek vicdanımız buna ne diyor. Veya bir kadınsak ve buna sesimizi çıkarmıyorsak sadece potansiyel kurban mıyız, yoksa kadın katillerinin, tecavüzcülerin sessiz izleyicileri hatta (kimse de kusura bakmasın!) az da olsa destekçisi sayılmaz mıyız!...

Elbette kimseyi yargılamadan mahkum ettiğimiz yok. Zaten hakkımız da yok. Ama soru sorma hakkımız var. Ama bunu anlamaya çalışma hakkımız var. Ama bunu ret etme hakkımız var. Ama bunu yerden yere çalma hakkımız da var!... Hakkımız var ama yetmez. Çünkü sadece kınamak da işe yaramaz. Görmek anlamak, çözümlemek, anlatmak da gerek. İnsanın böylesine değersizleştirildiği ve habire de buna çalışıldığı bu anda, insanı korumak için, bu çürümeye, bu en acımasız toplu katliam biçimine karşı çıkma çabamız ve durdurma sorumluluğumuz var. Hem de her insanın.

Hani deniyor ya “insan kurtaracak insanı!” Ne kadar doğru bir cümle değil mi? Peki hangi insan. Her halde uyuşturucu baronları, onların paralarıyla satın aldıkları ya da kadın katilleri olmasa gerek....

Sadece hangi insan diye sormak da eksik, nasıl diye de sormanız şart!... Ne bu çürümüş insanlar ne de beylik laflar, yüksekten atıp tutmalar bizi kurtarabilir.

Kurbanlar ve karşı duranlar dışında kimselerin tam olarak masum sayılamayacağı bu katliam ikliminde tek başına yazılmış ve yazılacak olan o muhteşem kitaplar da insanı kurtaramayacaktır. Ak saçlı bilgeler falan da, destanlar da, kırklar da, yediler de... dizlerinin üstünde sürüne sürüne ziyaretgahlara yüz sürenler de. Heykeller, şiirler, tablolar ve duvarları süsleyen o güzelim grafitiler de... İnanna*nın salonunda taşların kalbinde nöbet tutan tanrıça heykelleri de. Akıp akıp giden Fırat ve Dicle de... Kükreyen dalgalarıyla Ak ve Kara deryalar da.... Türküler de, kılamlar da, damla damla yağmurlar da, bu yazının kendisi de.... Taş balta, ok, mızrak veya cehennemin kapılarını açan hidrojen bombası da, ve ve ve hiç biri kurtaramaz insanı...

Oysa insan susarsa, insan boyun eğerse, insan kabullenirse, hatta insan sabrederse ölür. Bu gerçeği de en iyi kendisi bilir. Lakin yine de canlı türü içinde kendini övmeyi ve yüceltmeyi pek seven insan sık sık, nalıncı keseri misali; hep kendine yontar. En azından ciddi bir bölümü. Oysa aynı insan muhteşem destanlar yaratmış. Misal Demirci Kawa öyle bir insan ki, onu sevmemek mümkün değil. Aynı şekilde Dehaq’tan nefret etmemek de... Peki ya Dehaq her gün çocuklarının beyinlerini yerken bunu durdurmayan, korkan, boyun eğen, karamsarlığa kapılanlara, ses çıkarmayanlara ne diyeceğiz. Nasıl sevelim onları. Sevgiyi hak etmeyene vermek ne kadar mümkün ki... Peki ne yapacağız, hepiniz bir Kawa etmez mi diyeceğiz.

Hayır diyeceğiz ki insanı insan zaten kurtarmaya başladı. Hem de çoktan başladı. Yine de hangi insan diye sorulacaksa ille de Che Guevara gibi insanlar, Lenin gibi, Marx gibi, Engels gibi... Ama sadece onlar değil, onlarla birlikte yürüyen milyonlar gibi insanlar. Nalıncı keseri gibi kendine yontanlar değil, bir mağarada kırk yıl yatanlar gibi hiç değil, ama Kaf Dağını aşan serçe sürüleri gibi insanlar. Ağustos böceği gibi herkes için şarkı söyleyen insanlar...

Yine de susanlar da hala az değil. Kimseye küstüğümüz yok, ama bu irin seli içinde yaşamayadır isyanımız. Yoksa umudumuzu kararttığımız yok. İnsan işte bir yanı kahraman öteki hain, bir yanı fedakarlık, öteki bencillik. Bir yanı sınıflı toplum öteki komünizm. Şairin söylemiyle “bir yanı yangın yeri bir yanı derya deniz” İşte bu derya ve denizdir Che ile yürüyen, Denizlere sevdalanan, içinden Sibelleri Agitleri çıkaran ve her Newroz’da yeni Kawalar yaratan.

Budur irin sellerini yok edecek olan. Budur Simurg’a dönüşecek olan. Budur insanı ve dünyayı kurtaracak olan... Budur yarına kalacak olan... Budur bugünden yarını yazacak olan.

Ve ancak işte bunu gerçekten yaparsak efsanelerin sözden ve yazıdan gövdesinden çıkar gelir can bulur canımızda bütün o kahramanlar. İşte o an akar gelir en duru sularıyla bütün nehirler. İşte o zaman çıkar gelir taşın kalbinden tanrıçaların heykelleri, canlanırlar şu an vurulan, doğranan, yakılan kadınların bedeninde ve işte o an gerçekten özgürlüğü yürür annem, sevgilim, kızım ve bir bütün insan.

Ya devrimin selindeyiz ya yarım kalan hikayelerin içinde. Birinde özgürüz ötekinde hapis. Hoşumuza gitse de gitmese de.


* İnanna: Sümer toplumunda aşk tanrıçası

Kenan Kızıl