Ürkütücü bir salgın kol geziyor dünyada. Birkaç istisna dışında bütün ülkelerin sınırlarını aştı. Canlı yayın bir uygarlığın çöküşüne tanık oluyoruz.


İnsan hikayelerinin gölgede kaldığı toplu ölümler basit birer rakama dönüşüyor. Sağlık emekçileri kahredici bir çaresizlik içinde elleri arasından yitip giden yaşamlar için gözyaşı döküyorlar. Ne sağlık merkezleri yeterli bir donanıma sahip, ne ellerindeki malzemeler yeterli. Anlı şanlı kapitalist devletlerin “evinizden çıkmayın” demekten başka bir hüneri yok.
Bakın kapitalist uygarlığın eski “güneş batmayan imparatorluğu” Britanya’ya. “Sürü bağışıklığı” diyorlar eski yurttaşları Papaz Malthus’un ruhunu okşarcasına. Salgın vursun, ölen ölsün, kalan sağlar bizimdir! Kamu imkanlarının emekçi yığınlar için kullanılmayacağını meydan okur tarzda ilan ediyor “majestelerinin hükümeti!”
“Dünyanın en zengin ülkesi” ABD’ye ne demeli? Parasız salgın testi için güç bela bir kararname çıkarabildi. Her kriz anında bankaları ve şirketleri kurtarmak için trilyonlarca dolar harcayanların, yerküreyi kasıp kavurmaya başlayan salgın için sunabildikleri sadece 50 milyar dolar!
Merkel, kuşkusuz Anglo-Sakson dünyasının “vahşi batı” tarzından çok uzak, daha duyarlı bir tavırla çıkıyor kameralar karşısına. Sık sık vurguladığı şey, sağlık sisteminin çökmemesi için mümkün olduğunca kişinin kendini tecrit etmesi gerektiği. Sihirli sözcük, “sağlık sisteminin çökmemesi!” Ama işçiler “Alman disiplini” ile fabrikalara doluşmakta her gün. Onlara tecrit yok!
İtalya diz çöktü çoktan salgın karşısında. Dünyanın bu 8. büyük ekonomisi, çaresiz kalmış, hiçbir varlık gösteremiyor. 80 yaşın üstündekiler, yatak yetersizliği nedeniyle hastanelere alınmıyor, evlerinde ölüme terkediliyor! İnsanlar evlerinde, karantina altında ama... orada da fabrikaların tütüyor bacaları, işçiler öğütülüyor çarklarda. Bir kez daha görülüyor ki, sağlıklarını korumak için de işçiler kalkmalı ayağa. Kalkıyorlar da! İşçi grevleri yayılıyor İtalya’da.
İspanya dehşet içinde. Salgının yayılma hızı ve ölü sayısı artıyor. Fransa, Belçika, Hollanda... Hangi birini sayalım. Tüm Avrupa donakalmış adeta. Onca şatafatın, debdebenin hüküm sürdüğü kapitalist uygarlık çözümsüz. Oysa bakın Çin’e, sosyalizmin kalıntısı bile sorunla baş etme konusunda nasıl mucizeler yaratıyor. Sorunun temeli tam da burada işte! Toplumsal kaynakların nereye aktarılacağı, merkezi planlama, toplumsal örgütlülük... Kapitalizm, içerdiği tüm özellikler ve çelişkilerle insanlığı felakete sürüklüyor.
Öte yandan katı yaptırımların artık insanlığa karşı bir suç düzeyinde uygulandığı İran, salgına kurban ediliyor. Bütün salgın coğrafyasında yüz milyonlarca insan yazgılarına terkediliyor. Göz göre göre insanlık suçu işliyor emperyalist-kapitalist sistem!
Türkiye’ye gelince... Sadece son bir haftanın olayları da açığa vuruyor ki, plansızlık, en basit örgütlenme yeteneğinin dahi gösterilemediği keşmekeş, imkan ve birikimden yoksunluk, insanı çıldırtacak düzeyde bir kadercilik... “yeni Türkiye”nin genetik kodudur artık. Sınırlardan çoktan girmiş olan salgın görünür hale geldiğinde İtalya’yı mumla aratacak bir felakete yuvarlandığımız anlaşılacak.
Bu sistemde insan insanın kurdudur... salgın felaketi bile nasıl da kar kapısına dönüştürülüyor! Kapitalizmin insanın toplumsal varlığı için gerekliliği şurda kalsın, kapitalizmin varlığı bizzat toplumsal bir sorun artık! Temel dürtüsü kar olan, acımasız rekabete dayanan bu sistem, insanlık ve doğa için katlanılmaz bir yük. Kapitalizm, “herkesin herkesle savaştığı” bir temeli varsayar. İnsanların karşılıklı güvensizliğini, vahşi bir rekabeti, bencilliği tetikler. Marketlere hücum, yağma, diğer insanları düşünmeme... Tür bilincinden yoksun, en ilkel dürtülerinin esiri olmuş bir birey... İki milyon yıllık evrimden sonra kapitalist uygarlığın insanı getirdiği nokta işte budur!
Oysa tüm dünyayı kasıp kavuran bu salgın, bunun tam tersini, dayanışmayı, birlikte hareketi, örgütlenmeyi gerektiriyor. Ancak tür bilincine sahip insan bu çağın sorunlarına cevap verebilir. Ancak bu doğrultuda kurulmuş bir toplumsal sistem, insanı ve doğayı kurtarabilir. Yaşam, karşı konulmaz bir şekilde “ya sosyalizm ya barbarlık” ikilemini günün temel ve acil sorunu haline getiriyor. Kapitalist uygarlık ömrünü tüketti. Gelecek sosyalizmindir.
İnsanlığı ancak bir devrim kurtarabilir!