Kelimeler nasıl kifayetsiz kalıyor! Anlatamıyorsunuz anlatmak istediğinizi.

Elinde bir su şişesi ile üstü çıplak koşarken... Anımsadınız mı? Arkadan ateş eden polisler. Vücudunun üst kısmı çıplak. En ufak bir tehdit unsuru yok. Kaçıyor. Ve polisler, ateş ediyor.

Kurkut’tan bahsediyoruz. Onun vurulduğu davadan. Nasıl izah edilir bu cinayet?

Kameralar kayıtta. Sanki bir film seti gibi. Herkes görüyor, her şey kayıt altına alınıyor. Ama sonra yine bildik hikayeler çıkıyor ortaya. Kovanlar kayıp, “yerden seken kurşun” hikayeleri...

Leman dergisi kapağından vermiş en özet halini. “Amirim, elinde su şişesi var, vurayım mı?” “Ne alaka” diye soran amire, “Berkin’in de elinde ekmek vardı” yanıtı... Ne kadar çarpıcı!

Öyle uzaklarda aramayın vahşeti, cezasızlığı, saçmalığı. ABD polisinin Floyd’u (ve daha nicelerini) boğması, çocuklarının önünde arabasına binen insanı kurşunlaması... Yanı başımızda, burada, bu topraklarda sürekli yaşanıyor bu vahşetin bin bir türlüsü. Günlük olay, sıradan vaka artık her biri. Kimlik göstermedi diye sokak ortasında dövülenler, maske takmadı diye tartaklananlar, türlü çeşit işkencenin günlük hayatın parçası olması...Tahir Elçi olayında olduğu gibi yılların insan hakları savunucusunun, üstelik bir Baronun başkanının “naklen yayın” katledilmesi...

Devrimcilere (devleti alinin deyimiyle “teröristlere” uygulanması kanıksanır olmuştu bu vahşetin. Sokak ortasında, yahut kuşatılmış bir evde, ya da bir alışveriş merkezinde, veya bir arabanın içinde... kurşun yağmuruna tutulması, hazır “terörist” etiketiyle gerekçelendirilen sıradan olaylardı. Kurkut davası gösterdi ki, artık sıradan insanların herhangi bir gerekçeyle kurşunlanması da “vaka-i adiye”dendir.

Artık “yasal mermi” taşıyan herhangi biri... bir bekçi, bir polis, bir asker, bir özel tim... fark etmez işte, herhangi biri vurabilir herhangi birini bir yerlerde. Olmadı bir panzerle dalabilir bir gece yarısı, duvarı yıkarak evinize. Ya da bir sokak ortasında oynarken çocuğunuz, kalabilir bir polis panzerinin altında. Boşuna adliye koridorlarında dolaşmayın. O mahkeme salonlarından çıkacak “hayırlı bir sonuç” bekleyip aldanmayın. Yasal cinayet bunların hepsi. “Yasal mermi” sıkıyorlar üzerimize, “yasal trafik canavarı” oluyorlar, ya da şu “helikopterden atılan köylü” hikayesinin son halinden anladığımız gibi, “yasal linç” uyguluyorlar bize. “Dokunulmazlık zırhı” ile sarıp sarmalamışlar zaten polis ve askerlerini (ve bilumum “kolluk kuvvetlerini”)! Herhangi bir şekilde o zırhı aşarsanız, yani toplumsal baskı o zırhı aşmayı başarırsa, adliye koridorları devreye giriyor, “mülkün (devletin) temeli” olan “adalet” tecelli ediyor mahkeme salonlarında.

Brecht “halkın ekmeğidir adalet” demişti bir zamanlar... bu “mülkün temeli” olandan apayrı bir adalet için. Sınıflara dayanan toplumda, çağına göre değişir adalet denilen şey... ve tabii sınıfına. “Adaletin ekmeğini de/ kendisi pişirmeli halkın, gündelik ekmek gibi./ Bol,pişkin,verimli.” İşte tam da bunu yapabilmek için, bu “adalet”in dayandığı toplumsal düzen değişmeli.