Mersin'in Mezitli ilçesinde polisevine yönelik silahlı eylemi kınamak için, sosyal reformist partiler, faili meçhuller kraliçesi olmakla övünen “Meral hanıma çatkapı gidip kahvaltı yapma”yı düşleyen Selahattin Demirtaş itiş kakış sıraya girmişler.

Kim daha önce kınadı, hangisi ilk sırayı aldı, EMEP mi, SOL Parti mi, TİP mi, HDP'mi, Demirtaş mı, bilmiyoruz; açıklama saatlerine bakmak lazım, zira birincilik, belli ki, burun farkıyla kazanılmıştır. Yine de ne burjuva sınıfın, ne dinci faşist iktidarın, ne onun başının ve ne de Soylu'nun aferinine mazhar olabildiklerini ve olabileceklerini hiç sanmıyoruz.

Çünkü, bu sosyal reformist uzlaşmacı ekip bilmez ama, hem burjuvazi sınıf olarak, hem de onun cümle politik temsilcileri kadir bilmezler. Nankörlük, burjuva sınıfın karakterine içkindir, ne yapsanız boşuna; yaranamazsınız.

Ama bu, işin ayrıntı yanı; ilgilendiğimiz yön değildir.

Devrimci eylemi kınamak için yarışa giren Selahattin Demirtaş'a, HDP Eş Genel Başkanı sıfatını taşıyan Pervin Buldan ve Mithat Sancar'a öncelikle sormak lazım: Siz bulunduğunuz yeri hangi mücadele biçimine borçlusunuz?

Kürt halkının, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarının az çok desteğini almanızı bizim hiç görmediğimiz, bilmediğimiz devrimci mücadelenize mi borçlusunuz? Dişinizle tırnağınızla kazıyarak mı o mevkilere geldiğinizi sanıyorsunuz? Yoktan bir parti yarattınız da mı böyle konuşma hakkını kendinizde görüyorsunuz.!

Örneğin, silahlı biçimler de dahil, çok çeşitli biçimlerde ve araçlarla, elli yıldan fazla, özel olarak da 84' Çıkışıyla büyütülen halkların devrimci mücadelesi olmasaydı siz şimdi bu konumda mı olurdunuz? Siz öyle o konuma, dişinizle tırnağınızla kazıyarak gelmediniz hanımlar beyler. Sizin arkanızda bütün bir ulusu ayağa kaldıran, binlerce, on binlerce devrimcinin, canları pahasına, işkenceler, zindanlar pahasına verdiği zora dayalı mücadelenin gücü, birikimi, yarattığı değerleri var.

Bir halk bugün size böyle konuşma imkanı tanıyorsa işte o muazzam bedellerle yaratılan değerleri temsil ettiğinizi düşündüğü için tanıyor. Dün ve bugün de halen sürmekte olan o muazzam cesaret, kendini feda ruhuyla verilen mücadele olmasa siz ne olurdunuz; sorunun yanıtını size bırakıyoruz.

Kendini iyice havaya kaptıran Selahattin Demirtaş, "Mersin'deki silahlı saldırıyı kınıyorum. Şiddetin her türlüsüne karşı çıkacağız, demokratik siyasette ısrarcı olacağız. Bunun herkes tarafından net olarak bilinmesini isterim" diyor. “Herkes tarafından net olarak bilinmesini isterim” diye meydan okuyan havada bir mesaj da gönderiyor.

Herkes istediği yolu seçmekte elbette özgürdür. Ama öyle “şiddetin her türlüsüne karşı çıkacağız” türünden mesajlara devrimci mücadeleyi, zor araçları dahil, gerekli gördükleri her araç ve yöntemle sürdüren güçlerin aldırış edeceklerini, dönüp beş paralık değer vereceklerini kimse düşünmesin. Burjuva sınıfla uzlaşacağım diye devrimci mücadeleyi ve devrimci zoru mahkum etmeye çalışanlar kentlere, köylere, dağlara, ovalara baksınlar; sözlerimizin afaki değil, son derece somut olduğunu gözleriyle görecekler.

Zora dayalı devrim mücadelesi Deniz'lerden, Mahirler'den bu yana, tüm şiddetiyle kesintisiz sürüyor hanımlar, beyler! Bunu durdurmaya, ortadan kaldırmaya kimsenin gücü yetmedi, bundan sonra da yetmez. Bu yüzden “kınamalarınız” burjuva sınıfla uzlaşma kararlılığınızı ortaya koymaktan; burjuvaziye, burjuvazinin politik güçlerine bu konuda bir işaret olmaktan başka bir işe yaramaz. Gerçi amacınız da böyle bir işaret göndermek ya... Amaç hasıl oldu diyebilirsiniz.

Bu “kararlılığınızı” biliyorduk, kimilerinizin resmen “yetmez ama evetçi” olduğunu da... Hatırlatmanıza gerek yok, aklımızda. Bu sizin sorununuz, isteyen dilediği yolu seçer. Karşı çıktığımız ve yapmaya hakkınızın olmadığını düşündüğümüz şey, uzlaşmacı siyasetinizi “demokratizm” sosuna bandırıp iki ülkenin emekçi sınıflarına “halkın yararına” diye yutturmaya çalışmanızdır.

Sizin uzlaşmacı, reformist politikalarınızın hiç bir tarafı “demokratik” değil. Tıpkı burjuvazinin hiç bir tarafının demokratik olmaması gibi... O tapındığınız parlamentonuz mu “demokratik”? Orhan Doğanları ne çabuk unuttunuz? Orhan Doğanları geçtik, kaç vekiliniz şimdi faşizmin zindanlarında; Semra Güzel'i de mi unuttunuz? Kendi üyelerini zindana atan Parlamentonuz mu “demokratik”. Yoksa, hilesi hurdası Mısır'daki sağır sultan tarafından bile duyulan seçimleriniz mi “demokratik”? “Demokratik siyaset” diye kime ve neyi yutturmaya çalışıyorsunuz.

Adını doğru koyacaksınız ve burjuvaziyle, burjuva sınıfın partileriyle uzlaşmak istiyorsanız, lafı evirip çevirmeden, açıkça söyleyeceksiniz. Ha, diyebilirsiniz ki, ne yapsak, ne etsek şu burjuvalar bizimle uzlaşmıyor; uzlaşmak için devrimci harekete, devrimci hareketin araç, yöntem ve eylem biçimlerine karşı tavır içinde olmamızı şart koşuyorlar... Eh o da sizin sorununuz; siz onlara yaranacaksınız diye devrimciler her türlü sataşmanızı sineye çekecek değiller.

Dahası, insan şu internet gazetesi benim, bu internet gazetesi senin öyle dolaşıp feda ruhuyla hareket etmiş insanları, o insanların devrimci eylemini şaibe altında tutacak laflar etmeden önce, dinci faşist iktidarın pekişmesine karınca kaderince, kendi ağırlığınca, ne ise o, katkıda bulunmuş bir “yetmez ama evet”çi olarak iki ülke halklarından bir özür dilemeyi bilmelidir.

Son bir soru: Madem “şiddetin her türlüsüne karşı”sınız ve madem ki zora dayalı mücadele verenlere karşısınız, o zaman hala bu mücadeleyi sürdürenlere ve mücadelenin kendisine karşı açıktan bir politik tutum alsanız ya... Bakalım iki ülkenin emekçi sınıfları, ezilen halkları, yoksul kitleleri bu durumda size ne diyecek!

Bir de TİP var, kambersiz düğün olmaz misali, devrimci eylemi ve eylemcileri “kınayan”. Aslında, sosyal reformist cenahın bu taze üyesine söz söylemeye gerek yok. Zira o, diğerlerinin aksine, bugünkü konum ve durumunu Deniz'lerden, Mahir'lerden bu yana süren zora dayalı devrim mücadelesine borçlu değil. Tam tersine, bu partinin öncülleri zora dayalı devrim mücadelesine en başta karşı çıkanlardı. Ardılları aynı çizgiyi sürdürdü. Onların gözü hep parlamentodaydı; hep barışçıl mücadeleyi, hep burjuvaziyle uzlaşma yolunu savundular.

Sözümüz olmazdı, eğer dün denecek kadar yakın bir zaman öncesinde bu partinin Genel Başkanı Erkan Baş, köklerini Deniz Gezmişlerde, 12 Eylül faşizmine direnen devrimcilerde vs vs. aramasaydı. Yani devrimci mirası sömürmeye gelince en önde olup, mangalda toz bırakmayacaksın ama yaşamın kendisinde, devrimci eylemle karşılaştığında tıpkı öncüllerin gibi, hemen burjuvaziye “ben bunlardan değilim” işareti vereceksin.

Dün, köklerini kendisinde aradığın Deniz, tutsak düştüğünde parlamentodan mı geliyordu sanıyorsun. İş Bankası Emek Şubesine parlamenter maaşını çekmeye mi gitmişti sence? Dört Amerikalı askeri rehin alırken ellerinde tahta tüfek mi vardı sanıyorsun? Neden çıkıp yüreklice, bizim Deniz Gezmişlerle alakamız yok; onların eylem biçimlerini, eylem araçlarını, amaç ve hedeflerini kabul etmiyoruz, kınıyoruz demiyorsunuz? Böyle bir açıklama yapın da görelim sizi! Demezsiniz, diyemezsiniz çünkü iki ülke emekçi sınıflarının bu devrim kahramanlarına olan sevgi ve saygısını sömürmeye ihtiyacınız var. Bu sözleri ancak burjuva sınıfa uzlaşma işaretlerini çakmak için ve çakarken kullanabilirsiniz.

Sol Parti, henüz yaz aylarında mitingler düzenliyor, kitlelere Devrimci Demokratik Hükümet sözü veriyor, “Tek Yol Devrim” sloganını bayrak ediniyordu. Aynı parti, büyük ihtimalle Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı ve yoldaşlarının geleneğinden gelmekle övünmeye devam ediyor. Övünebilirler ama devrimci bir eylemi “iktidarın toplumsal kutuplaşmayı derinleştirecek politikalarına su taşmak”la suçlayacaksanız, önce tarihinizle bağlarınızı reddedeceksiniz. Çünkü, Mahir Çayan ve yoldaşları bu topraklarda zora dayalı devrim yolunu pratik içinde, Deniz'lerle birlikte ilk açanlardan. Tutarlı olun. Zora dayalı devrim anlayışını, bunun araçlarını, buna uygun eylem biçimlerini vb reddediyorsanız tarihinizle bağınızın kalmadığını -ki doğrusu da bu- açıklayın.

Geçmişin TİP'i ve diğerleri Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve yoldaşlarını 12 Mart faşizminin baskı ve terörü derinleştirecek “politikalarına su taşıma”kla itham ederken bu devrim önderleri dönüp onlara bakmamışlardı bile. Tıpkı bugünün devrimcilerinin size dönüp bakmayacağı gibi... Zora dayalı devrim mücadelesi, devrimci eylem biçimleri iki ülke halklarının -Sol Parti “halklar” kavramını kullanmaktan özenle kaçınıyor- dayanışmasını ve birlikte yaşama arzusunu zedelemez aksine pekiştirir. Kitabı tersten okumuşsunuz belli ki!.. Enternasyonalizm değil, sosyal şovenizm halkların birlikte yaşama arzusunu zedeler. İki ülke burjuvazisine karşı devrim mücadelesi değil, ulusları baskı ve sömürü altında tutan burjuva sınıfla uzlaşma politikaları ezilen halkların birliğini ve dayanışmasını bozar, parçalar. Kitabı okumaya doğru taraftan başlamak gerek.

Hiç alakası olmadığı halde yeri ve zamanı geldikçe Deniz'lere, Deniz'lerin zora dayalı devrim için çıktıkları yola sahip çıkan; 90'lı yıllarda bile dağa gerilla çıkarmış olmakla övünen -bu övünme konusunda yanılıyor olabiliriz, büyük ihtimalle de yanılıyoruz. Belki övünmeden değil de pişmanlıktan söz etmek doğru olur- bir gelenekten geldiğini iddia eden EMEP'e gelince... “Provokatif saldırı” diyor Mersin'deki devrimci eyleme. Bu saldırılar demokrasi mücadelesini kesintiye uğratıyormuş.

Hiç şüphe yok, EMEP Genel Başkanı'nın “demokrasi cephesi”ne çağırdığı Kılıçdaroğlu'na, “Millet İttifakı” denen gerici faşist burjuva partilere mesaj gönderiliyor: “Bizim bunlarla alakamız yok”!

Hiç merak etmeyin, burjuvazi, faşist devlet ve burjuva partiler devrimci mücadele biçimleriyle, zora dayalı devrim anlayışıyla alakanız olmadığını biliyor. Belki de sizden iyi biliyor. Telaşa mahal yok.

Ama bütün bu sosyal reformist koro için “ufak” bir sorun var. Burjuvaziyle uzlaşma ortamınız hiç mi hiç gelmeyecek. Biz istemediğimiz için değil, kapitalizmin, sınıflı toplumun doğası böyle olduğu için. Uzlaşmaz sınıf çıkarlarına sahip sınıfları uzlaştırmayı bugüne kadar kimse başaramamıştır; bundan sonra da başaramayacak.

Bütün kapitalist ülkelerde sınıf savaşı, iç savaşa doğru derinleşiyor. Sağınıza solunuza bakın, gerçeklere gözlerinizi kapamayın yeter; durumu anlamanıza yetecek. “toplumsal barış” yok ve olmayacak; toplumsal devrim var. Devrim ise, adı üstünde, parlamentoda cereyan eden bir hadise değil, en otoriter araçların kullanıldığı, bir sınıfın egemenliğinin gümbür gümbür yıkıldığı, sınıf savaşının zirvesidir.

Orada “demokratik siyaset” palavrasının esamesi okunmaz.

Taylan IŞIK