< İşçi Sınıfının Yönetmesini Kabul Edecek miyiz?

Beş yıl önce İşçi Temsilcileri Konseyi Hazırlık Komitesi toplantılarının birinde serbest kürsüye çıkan bir işçi, “İlk defa buradayım, bu taraftayım. Yıllardır işçiyim, sendikalı iş yerlerinde de çalıştım. Bizi eğitimlere etkinliklere götürürlerdi. Biz sandalyeleri dizer oturur, bize anlatılanları dinler, sonra alkışlar ve sandalyeleri toplardık. Bizim için etkinliğe gitmek demek buydu.

İlk defa buradayım ve bundan sonra da bu tarafta olacağım” demişti. Bu konuşma, daha önce başka yazılara da konu oldu.

Sosyalizme inanan hemen her devrimci, sosyalizmin; üretim araçlarına el koyacak ve onları kullanacak olan işçi sınıfının diktatörlüğü olduğunu bilir ve kabul eder. Teorik olarak böyle. Ancak yarın devrim olsa, işçi sınıfı iktidarı alsa ülkeyi nasıl yönetecek? Bugün türlü çelişkileriyle tanıdığımız sınıfın içinde, henüz sınıf olduğunun bilincinde bile olmayan hatta, düşmanına sıkı sıkıya sarılmış olanlar dururken.

Önceden sormakta da, cevap almakta da yalnız kaldığımız bu sorunun sahibi, sorusunu eline aldı. “Sendika yöneticileri, temsilcileri bize ilkokul öğrencisiymişiz gibi davranıyor. Kimsenin bize şeflik yapmasına ihtiyacımız yok. İş yerinde şefler, formenler, sendikada bu ağalar... Biz onlardan daha çok şey biliyoruz. Soru sorsak cevap veremiyorlar. Biz birbirimizden öğreniyoruz. İş yerinde de işleri biz yürütüyoruz, yöneticiler olmasa da biz işleri yürütürüz, biz olmazsak bu işler yürümez.” Mücadeleye ilk adımını atmış işçilerin, farklı görüş ve farklı üsluplarla dile getirdikleri gerçekler, aşağı yukarı bunlar.

Uzun yıllardır herkesin yapabileceği herhangi bir iş için bile lise diploması, sertifika vb. arandığını biliyoruz. Bugün herhangi bir alana gittiğimizde işçilerin arasında lise, üniversite mezunlarının olduğunu, okuyan araştıran işçilerin bizlere yasaları, yaşadıkları çelişkileri hemen, ustaca anlattığını görüyoruz. Mavi ya da beyaz yakalı kadın ve erkek işçiler, bulundukları yerde olup bitenler hakkında belge toplayıp birbirleriyle paylaşıyor, bunların sistemle bağlantısı üzerine tartışıyor, sınıfsal konumları hakkında birbirlerinin kararlılığını yokluyorlar.

Daha önce bireysel çıkışlar yapanlar bir süre sonra gündemli, planlı toplantı yapmayı, kolektif birikimin gücünü öğreniyorlar. Çalışmanın kolektifliği örgütlenmeye uyarlanıyor. Türlü çatışmalar, ilerlemeler ve gerilemelerle mücadele, çocuklarını eğitiyor. Hele bir adım atmaya görsünler. Her gün, her saat, her dakika sermaye ile çatışarak yaşamayı öğrenen işçiler kâh sessiz kalıp erteleyip dişlerini sıkarak, kâh yumruklarını göstererek yaşıyorlar. Her an işini kaybetmek, yaşamdan kovulmak tehdidiyle karşı karşıya... Gerçek bir örgütlenmesi, mücadeleci bir sendikası yoksa yapayalnız... Bir aylık işsiz kalmak demek, aylarca belini doğrultamayacağı biriken ödemeler demek... Maaşı geciktiğinde de, hesabına yatırılan asgari ücretin bir kısmını geri verirken de bileniyor. Fazla mesainin angarya haline geldiği durumlarda da, sağlığı söz konusu olduğunda kimsenin onu umursamamasında da... Bütün bu saldırılar altında dostu, düşmanı listeliyorlar. Sorularını soracak doğru kişileri arıyorlar. O kişileri bulduklarında ise sıkı sıkı sarılıyorlar. O zaman sorular bombardıman gibi geliyor. Hiç olan, yok sayılan, her şey oluyor...

İşçiler hem pratik olarak, hem de edindikleri birikimle yönetmeye hazırlar. Devrimci durumu savunanlar, bu durumun temellerinin, sınıfın devrimciliğinden geldiğini de savunuyor. “İşçi sınıfı sadece en ileri değil aynı zamanda en insani sistemi kuracaktır.” Bunu içtenlikle söyleyen her devrimci ya da demokratın savaşı da sonuna kadar sürdürecek olanın sadece işçi sınıfı olduğunu bildiğini de kabul ediyoruz. Öyleyse aydın sınıfının, geleceğini kuracak ve yönetecek olan sınıfa şimdiden yönetmeyi öğretmeye başlaması gerekmez mi? Bu konuda ısrarlı devrimci aydınlar var. İşçi sınıfının sınıf bilinciyle donanmasına hayatını adamış, gelecekten bugüne bakabilen aydınlar... Onların dışında kendini aydın, demokrat ve hatta devrimci olarak tanımlayanlara, zaman zaman işçileri cahil ve korkak bulduklarını söylemeden duramayanlara sorumuz açık: İşçi sınıfının yönetimini kabul edecek misiniz? Bu soru, cevabı sizin kabul edip etmemenize bağlı olduğundan değil, kendi varlık yokluk sorununuza ne kadar adapte olabileceğinizle ilgili. Tarih akıp giderken kimseyi beklemeyecek, ona uyum sağlayamayanları bulamacına katıp sürükleyip götürecektir.

Bugün işçi sınıfının örgütlerini ele geçirmiş olanlar, ona hükmettiğini zannedenler, tıpkı patronlar gibi yanılıyorlar. Sanki onun temsilcisiymiş gibi onun yerine karar verme hakkını kendinde görenler, bugün sınıfın baskısıyla Taksim’in kapısında bir ileri iki geri sendeliyorlar.

Yozgat’ta bir işçi şehrin tarihindeki ilk 1 Mayıs kutlama hazırlıklarını yaptıklarını anlatıyor, “Pankartımıza ‘İşçiler Demokrasiyi Öğretiyor’ yazacağız” diyor. Henüz sosyalizmi öğrenmemiş bir işçi olduğundan, onun yerine biz tamamlayalım:

“İşçiler demokrasiyi öğretiyorlar ve öğretecekler!”

Temade Çınar