Kayıtsızlar da eklendiğinde denebilir ki, Türkiye’de yaklaşık olarak her 16 kişiden biri göçmendir. Göçmenlerin de yüzde 90’ı Suriyeli. Yıkımında Ankara’nın bizzat rol aldığı Suriye’den...

Göçmenlerin çok büyük kısmı için Türkiye, Avrupa’ya geçiş kapısı. Zorunlu olarak kaldıkları geçici bir konak. Yoksa çok da meraklısı değiller Türkiye’de kalmaya.

Buna rağmen iliklerine kadar sömürülürler bu zorunlu konaklamada. OSB’lere gidin, “merdiven altı üretim atölyelerine” gidin, bu kayıt dışı ucuz emek cennetlerinde nasıl ağır koşullarda çalıştıklarını görürsünüz bu göçmen işçilerin. Türkiye’de zaten alabildiğine ucuzdur emek. Göçmen işçi emeği ise... Hele küçücük Suriyeli çocukların atölyelerde, tarlalarda, atık toplayıcılığında acımasız sömürülmesi...

Göçmen güzergahı üzerinde bir ülke Türkiye. Akbabaların Suriye’ye çullanmasından önce de göç yollarına düşen on binlerce insanın uğrak yeriydi. Uzak Asya’dan, Orta ve Güney Asya’dan, Hint Okyanusu’ndan, Afrika’dan... sürekli göç alıyordu. Suriye’den muazzam kitlesel göç sonrası göçmen işçiler artık işçi sınıfı için de somut bir gerçeklik halini aldı. Artık bu ülkenin proletaryasının sözü edilir bir kesimini oluşturuyor göçmen işçiler. Geçici bir olgu değil, kalıcı bir durumdur işçi sınıfımızın bu hali. Proletarya zaten çokuluslu idi, şimdi buna kalıcı göçmen proleterler de eklendi. Göçmen işçiler, Türkiye ve Kürdistan proletaryasının organik bir bileşenidir, ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Göçmen işçilerin pek çok sorunla karşı karşıya kalıyor. Dil sorunu, kültürel uyum sorunu, aşırı sömürü... ama en önemlisi, yabancı düşmanlığı. Bir resmi devlet politikası olarak ırkçılığa varan yabancı düşmanlığı, toplumun belirli kesimini ve tabii bu arada işçileri de etkisi altına alabiliyor. Sermayenin elinde ucuz işgücü kaynağı olan ve bu yönüyle işçi ücretleri üzerinde bir baskı unsuruna dönen göçmen emeği, her yerde olduğu gibi Türkiye'de de “göçmen karşıtlığı”nın nesnel zeminlerinden birini oluşturuyor. Özellikle orta katmanlar arasında bu karşıtlık, çoğu zaman bir düşmanlık boyutuna ulaşıyor. Bazı araştırmalara göre toplumun yarıya yakını “Suriyeliler ülkelerine gönderilsin” görüşünü benimsiyor.

Proletarya doğuşundan itibaren enternasyonal bir sınıftır. Onun vatanı yoktur. Emek ile sermaye bir karşıtlık ilişkisi içindedir ve bu ilişkinin alanı bütün yeryüzüdür. Sadece herhangi bir ülke sınırları dahilinde değil, küresel olarak tüm insanlığı dikey olarak böler ve iki karşıt kutba ayırır kapitalizm. Ve bu bölünme çerçevesinde “bir burjuvazi, bir de proletarya var”dır yalnızca. Ana eksen budur.

İşçiler görüntüdeki ulusallığa aldanıp kendi içinde bölünmekle kendi kölelik zincirini güçlendirmekten başka bir şey yapmaz. Onun çıkarı, kendisine rakip olarak gösterilen göçmen/ “yabancı” işçilerle karşı karşıya gelmekte değil, tam tersine, onlarla en sıkı birlikleri oluşturmakta, onlarla kol kola bu sömürü ilişkisine karşı mücadele etmekte yatıyor. Asla akıldan çıkarılmasın: Kavgamız sermaye düzeniyle ve mücadele alanı tüm yeryüzü!