Dinci-faşist iktidarda Afrin savaşının başlamasından bu yana bir savaş histerisi almış başını gidiyor. Savaşa karşı olduğunu sosyal medya platformlarından tutalım, eylemlerde, yasal basın açıklamalarında ya da sadece toplum arasında açıklayan binlerce insan dinci-faşizmin hıncına uğradı, gözaltına alındı, yüzlercesi tutuklandı.

Dışarıda bunlar olurken, üniversiteler cephesinden durum neydi? Kürt halkına yönelik bu saldırı dalgası, bu savaş rüzgarları almış başını giderken, üniversitelerin onurlu yüzü ilerici, devrimci, yurtsever gençler bu saldırılara karşı sessiz kalmadı. Yer yer eylemler yapıldı, siyasal kampanyalar yürütüldü, savaşa karşı basın açıklamaları gerçekleştirildi. İçeride, dışarıda savaş, dizginsiz devlet terörü ile toplumu teslim almak isteyen iktidar, saldırı dalgasının içine gençliği de kattı. Savaş karşıtı öğrenciler, bizzat dinci-faşist iktidarın tepesindeki adam tarafından hedef gösterildi. Bunun en iyi örneğini geçtiğimiz haftalarda Boğaziçi Üniversitesi'nde gerçekleşen provokasyon sonucu ilerici, sosyalist öğrencilerin hedef gösterilip, gözaltına alınması ve tutuklanması örnek gösterilebilir.

Ne olmuştu?

19 Mart'ta Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüsü'nde Afrin işgalini kutlamak ve lokum dağıtmak için masa kuran faşist bir güruh okulda bir provokasyon yaratmış, bu faşist güruh ilerici, savaş karşıtı öğrenciler tarafından okuldan kovulmuştu. Bunun sonucunda öğrenciler hedef gösterilmiş ve yurtlarından, okul kütüphanesinden gözaltına alınmış geçtiğimiz günlerde de tutuklanmıştı. Bu olaylar gerçekleşmeden önce de Ankara Üniversitesi, ODTÜ'de devrimci, sosyalist öğrencilere yönelik gözaltılar gerçekleşmişti.

Peki Boğaziçi'nde gerçekleşen bu saldırı dalgası tekil veya rasgele gerçekleşen bir durum mu? Yoksa dinci-faşizmin, devrimci mücadelenin bir biçimiyle her zaman hayat bulduğu, faşizme karşı gençliğin mücadeleye atıldığı yer olan üniversiteleri tamamen devrimci, sosyalist güçlerden arındırma ve faşizmin arka bahçesi haline getirme çabası olarak mı görmek gerekiyor? Biz ikinci durumun yani üniversitelerdeki devrimci, demokrat, yurtsever kesimleri sindirme, hareketsiz bırakma çabası olarak görüyoruz. Bununla beraber yukarda belirttiğimiz ilk duruma dair yani bu olayların neden tekil veya rasgele gerçekleşen olaylar dizisi olarak görmediğimizi belirtelim.

Tekelci sermaye sınıfı yaşadığımız topraklarda, tekelci karakterinden ötürü her anlamda gericidir. Devlet kurumlarının kendisi faşizm tarafından dizayn edilerek faşistleştirilmiş ve gericilik eğitim sisteminden, toplumsal hayatın kendisine kadar her yere yansımıştır. Yani akademinin ilerici güçlerden arındırılmaya çalışılması, YÖK'ün devrimci, sosyalist öğrencilere karşı yeni bir yönetmelik üzerinde çalıştığını ve bunun yakın zamanda yürürlüğe gireceğini açıklaması üniversiteler cephesinden de faşizmin topyekün saldırılarının hedefinde olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca darbe girişiminden sonra binlerce ilerici, sosyalist akademisyenin ihraç edilmesi, üniversitelerde iktidar gibi düşünen, dinci-faşist iktidarı destekleyen; desteklemese bile olup bitenlere sessiz kalan bir akademisyen kitlesinin yaratılması artık üniversitelerin herhangi bir bilimsel veya akademik özgünlüğünün kalmadığını göstermektedir. Hatta durum o kadar vahim ki, dinci faşist iktidarın bizzat tepesindeki zat-ı muhterem tarafından okullardaki siyasal çalışma hedef gösteriliyor.

Boğaziçi'nde yaşanan provokasyon sonrasında ''Orada imanlı, milli, yerli gençlik Afrin ile ilgili lokum dağıtıyor. Bu gençler bu lokumu dağıtırken o komünist, vatan haini gençler onların masalarını dağıtmaya yelteniyorlar. Bu terörist gençlerle ilgili her türlü çalışmayı yapıyoruz. Onlara üniversitede okuma hakkı tanımayacağız'' ifadeleriyle hedef gösterildiler. Peki milli ve yerli olarak tabir edilen bu unsurlar kimler? Bu milli ve yerli unsurlar Kürt halkının katledilmesini destekleyenler, Afrin işgal edildi diye ağzı salyalı bir şekilde sevinenler, üniversitelerde ilerici, sosyalist akademisyenleri ihbar edenler, üniversitelerde her türlü dinci, ırkçı, anti-bilimsel faaliyeti sürdürenlerdir, üniversitelerde devrimci, sosyalist öğrencilere devlet desteğiyle saldıranlardır.

Dinci-faşist iktidarın, bu baskı ve saldırı döneminde özellikle de Afrin’e dair söz söyleyen, bu işgale karşı çıkan herkesi kendi hedefine koyduğunu belirtmiştik. Ancak, bu saldırıların giderek daha sistematik, örgütlü ve yoğun olması daha önceki dönemlerde bu kadar sık yaşamadığımız bir durum. Faşizmin üniversitelerde devrimci, demokrat, yurtsever öğrencileri barındırmak istememesi, gençliğin, üniversitelerin tamamıyla faşistleştirilmeye çalışılması, bizlerin karşısına yeni bir görevi koyuyor. Devrimci mücadele başka bir boyuta geçmeli, militanlaşmalı. Faşizmin saldırıları üniversite yönetimleri, polis, ögb, sivil-faşist işbirliği en açık, en pervasız biçimiyle karşımızda duruyor. Ses çıkaran, siyasal faaliyet yürüten tüm devrimci, demokrat, yurtsever kesimler hedef halinde. O zaman karşımıza birçok defa sorduğumuz, belki de tekrar tekrar sormamız gereken bir soru çıkıyor? Ne yapmalı?

Olup bitenlere karşı sıranın hepimize gelmesini mi bekleyeceğiz yoksa harekete geçip gözüpek bir mücadele mi sergileyeceğiz? Üniversitelere yönelik bu saldırı dalgası madem örgütlü ve planlı bir çalışmanın ürünü, buna karşı üniversiteler arası, öğrenci gençlik hareketleri arasındaki koordinasyonu, teması ve dayanışmayı büyütmek zorundayız. Yaratılmak istenen korku ve hareketsizlik çemberini ancak siyasal faaliyetlerimizi okullarda güçlendirerek bunun sokakla bağını kurarak sağlayabiliriz. Saldırıların hedefine konulmayalım, şimdi bekleyelim nasılsa yarın fırtına geçecek gibi bir yaklaşım, olduğumuz yere çakılmak anlamına gelecektir.

Proletaryanın devrimci demokratizmini olaylara ve hayata pratik bakarak, akademik mücadelenin bağını, dışarıda süren sınıf mücadelesiyle, toplumsal mücadeleyle kurarak sağlayabiliriz. Bugün biz onların yanında olursak yarın onlar da bizim yanımızda olacaktır.

Bu toprakların öğrenci hareketi deneyimi, her zaman cüretkar adımlara, cesur pratiklere sahne olmuştur. Geçmiş deneyimleri incelemek, onlardan ders çıkarmak, yarın karşılaşacağımız saldırılara her şekilde ve her türlü araçla karşılık verme perspektifini bizlere sunacaktır.

Mücadele bitmedi tam tersine mücadele sürüyor, sürecek!