Kendine Güven Ve Cesaret


Henüz yeni olmuştu Şubat Devrimi ve bir salonda bir toplantı yapılıyordu. İşçilerin karşısındaki konuşmacı kürsüsüne akbabalar gibi çöreklenmişti menşevik ve kadet konuşmacılar. İçlerinden birisi kürsüden bağırıyor ve "Rusya'da henüz iktidarı alabilecek güçte bir partinin olmadığını" ilan ediyordu. Aslında kendi korkularını ve umutsuzluğunu işçi sınıfına maletmek istiyordu ki inanç yüklü bir ses salonda çınlayarak bölmüştü sesini konuşmacının. Orta sıralardan, orta boylu, siyah kasketli bir adam ayağa kalkmış ve: "Hayır!" diye itiraz etmişti sonra da göğsünü gere gere Bolşevik Parti'nin bu güce sahip olduğunu bildirmişti tüm salondakilere. Salondaki herkesin dönüp baktığı bu adamın ismi Vladimir İlyiç Lenin'di!

Kendine devrimciyim diyen ve devrime öncülük iddiasında olan bir parti, geliştirdiği politikalarla, söylemlerle, emekçi kitleleri, özellikle de proletaryayı daha ileri noktaya taşımayı temel amaç sayar. Bir an dahi gelinen düzeyin gerisine düşmez. Bu görevi de ancak ve ancak mevcut politik birikime olumlu yönde katkı yaparak yerine getirebilir. Fakat ortalama sol, kavram ve politikaların içini boşaltarak mevcut birikime zarar vermekle kalmıyor proletaryanın kurtuluş davasına da zarar veriyor.
Son bir kaç yıldır, bazı ortalama sol çevrelerin yayınlarında sık denebilecek şekilde, "devrimci durum" ve "iç savaş" tespitlerine rastlamaktayız. Ancak öncelikle, başka birçok örnekte de olduğu gibi, bu tespitleri kendileri yapmadılar. Onların bu topraklarda marksizme henüz böyle bir katkısı bulunmamaktadır. Hazırı varken böyle bir zahmete girmezler! Yani her zamanki gibi yine Leninist Parti yazınından (ç)aldılar. Üstelik diğer tüm belirlemelerimiz gibi bunları da hiç anlamadılar. Fakat elbette küçük hesaplarla ve küçük çıkarlar uğruna içlerini boşaltmaktan hiç çekinmediler.
Ortalama sol, bu belirlemeleri sınıflar savaşının mevcut düzeyine bakarak yapmadı. Bu nedenle de, ne devrimci durum, ne de iç savaş belirlemelerinin gerçek anlamıyla ilgili zerre kadar bilgiye sahipler. Zaten bu tespitler yazınlarında çoğu kez "amma laf ettim" havasında, yani küçük burjuva entelektüel gevezeliği biçiminde kullanılıyor. Kimi "ülkenin bağımlı kapitalist olduğundan dolayı devrimci durum koşullarının her zaman alası olduğu"nu söylerken kimisi aynı şeyi "ülkenin" sadece "yarı kapitalist olduğu" için söylüyor. Hatta emperyalist ülkelerin "kendi işçi sınıfına sus payı verdiği için" oralarda devrimci durumun olmayacağını söyleyenleri bile var! İç savaş tespiti için söylenenler ise daha vahim. Bu tespiti yapanların kimi parlamentoya girme aşkıyla coşarken, kimi de sistem içi uzlaşmanın bin bir yolunu arıyor. İşin en tuhaf yanı bazen tüm bu saçmalığı aynı makaleye sıkıştırılabiliyorlar. Her ne kadar bunu yaparak mantık duvarlarını yerle bir etme başarısını gösterseler de, bu durumun övgüye değer bir şey olmadığını ciddiyetle belirterek şunların altını bir daha çizmeliyiz!
Devrimci durum, somut bir durumun tespitidir. İç savaş da sınıflar savaşının ileri bir aşamasıdır, yani, bir ülke "kapitalist" "bağımlı", "yarı kapitalist" vs. vs. ise orada devrimci durum "hep var" ya da "olasıdır" demek ve meseleyi basitçe bunlara bağlamak sığ bir yaklaşımdır. Bu çevrelerden bunu yapanlar bu yaptıklarıyla devrimci durumu sınıflar savaşıyla aynı şeymiş gibi bir genellemeye sokuyor, oysa değil sadece onun bir aşamasıdır. Sınıf savaşının her evresine devrimci durum demek, devrimci durum yoktur demekle aynı şeydir!..
Bir diğer önemli nokta da şudur: Bir defa devrimci durum tespiti yapılmışsa bundan sonra yapılacak ilk şey bu tespite uygun propaganda ve pratik yapmaktır. Sınıflar savaşı artık bu aşamaya varmışsa yapılacak şey kati ve kesintisiz biçimde iktidar perspektifini sınıfa taşımak ve iktidarı almayı proletaryanın önüne ivedi bir görev olarak koymaktır. Aynı şey iç savaş tespiti için de geçerlidir. Bir yandan bu tespiti yapmak öbür yandan da geleneksel söylemleri sürdürmek (örneğin iç savaş tespitinden hemen sonra "mevzileri koruma"nın gerekliliğine dikkat çekmek) bu en azından çelişik bir durumdur. Zira tüm savaşlar gibi iç savaş da kendi mevzilerini koruyarak değil karşı tarafınkilerini yerle bir ederek kazanılır.
Tüm bunlara proletaryanın devrimci sınıf partisi, "Hayır" diyerek karşı çıkar. Çünkü, bu devrimin yani insanlığın geleceğiyle ilgilidir. Küçük burjuvazi bunu tarih boyunca hep yapmıştır. Lenin, bu durumu "proletaryayı kendi sloganlarıyla aldatmak" diyerek mahkum etmiştir. Leninistler, işte tüm bunlara tam da buradan, Lenin'in baktığı pencereden bakar!
Proleter uyanıklığı, köylü kurnazlığıyla aynı şey sananlar şu sıralar şu anlama gelen şöyle bir monolog tutturmuşlar "Biz bu tespitleri kırk sene önce yapmıştık"... Hayır! Siz bu tespiti kırk sene önce falan yapmadınız! Aslında siz bu tespiti otuz sene önce de yapmadınız! Ve evet yirmi beş sene önce de!.. Aslında siz bu tespitleri şu an bile yapamıyorsunuz. Sadece anlamadığınız şeylerden bahsediyorsunuz. Çünkü siz bunları somut durumun tahlilinden çıkarmadınız. Üstelik unutmuş olabilirsiniz ama bu topraklarda Leninistler bu tespitleri yaptığında sizler yurttan sesler korosunu oluşturmuş ve bir kez bile o muhteşem uyumunuzu bozmadan ve hiç detone olmadan şu şarkıyı söylemiştiniz, hem de habire "Ayaklarınız yere değmiyor", "abartılı", "Hayır devrimci değil evrimci durum var". Dostlar, size bunun için söyleyeceğimiz bir şey var: Evet tüm bunları unutmuş olabilirsiniz ama biz unutmadık ve gördüğünüz gibi unutmaktan daha sarsıcıdır hatırlamak!
Elbette böylesi tarihi günlerde kendimizi ortalama sol'la sonsuz ve faydasız bir polemiğin içine sokmadan ama kitle içinde çalışırken de devrimci uyanıklıkla hareket etmek önemli. Çünkü, biz devrimci durum ve iç savaş tespitini yapmış ama iktidarı almaktan hiç bahsetmeyen dostlara sahip olacak kadar şanslıyız! Leninist Parti kendi politikalarını ne derece yetkin anlatırsa ortalama solun yığınların bilincini bulandırmasının önünü de o derece kesmiş olur!
"Dün erkendi yarın çok geç bugün tam zamanı!" Bu söz bundan yüzyıl önce edildi bilge ve cesur bir insan tarafından. Ve tarih bu insanı haklı çıkardı. Sesi duyuldu; deniz kıyısındaki kentlerde savaş cephelerinde, madenlerde, fabrikalarda, Sibirya'da ve Orta-Asya steplerinde. Ses dağlara, şoselere, taşlara, Volga'nın ve Don'un sularına ama en çokta insanların kalplerine çarparak çoğaldı ve yankısını buldu. Tarihin hiçbir yerinde hiç bir söz bu kadar kısa bir zamanda, bu kadar büyük bir alanda, bu kadar çok insanı etkilememiştir!.. Erken davranmadılar ve "dün" "bugün" için hazırlandılar! Ve "bugün" harekete geçerek "Rus ayısı" Romanov hanedanlığına en son ve en ölümcül darbeyi indirdiler. Aslında yere serilen sadece bir hanedanlık değil tarihin en karanlık dönemlerinden de biriydi! 25 Ekim 1917'de devrimci gemi Aurora'nın "zafer top"u gürlediğinde, tarih Ekim Devrimi'ni not etmeye başlamıştı!.. "Bugün”ü bırakmadılar "yarın" ve ne erken çıktılar yola ne de geç kaldılar!..
Dün, bugün ve yarın hep bu kararlılıkla yüründü, yürünecek. Bu komünistlerin en iyi yaptığı şeydir. Küçük burjuvazi bunu hiç anlayamadı ve hiç anlamayacak!
Azer Kızıl