Ekonomik-politik krizin sonucu olarak kitle faaliyetlerinde oldukça büyük artış olur. Bu nesnel bir durum, devrimci durumdur. Bir sınıf ve partinin iradesinden bağımsız olarak gerçekleşir. Çok güçlü siyasi partiler olsa dahi, gerçekleşen kitle faaliyetinin ağırlıklı bölümünü kendiliğinden hareket oluşturur. Devrimin yükselişinin doruk noktasına vardığı dönemlerde, bir devrimin arifesinde bile bu değişmez. Çünkü kriz, milyonları etkiler, onlara dokunur, evinden içeri girer sofrasına oturur, sohbetlerine misafir olur ve harekete geçmeye zorlar. Hiçbir parti, ekonomik politik krizden, devrimden daha iyi örgütleyici olamaz.

Krizin yarattığı oldukça artan yığın faaliyetinin, krizle iç içe ve ondan beslenerek devam etmesi, işçi sınıfı önderliğindeki emekçi sınıfların, kendiliğinden de olsa, iktidarı devirecek (sarsacak) düzeyde yığın eylemi yapma gücüne ulaşmasını olanaklı hatta zorunlu kılar. Hiçbir partinin çağrısı ve örgütlenmesi olmadığı halde, iktidarı devirecek (ya da sarsacak) nitelikte yığın eyleminin ortaya çıkışı, dünya tarihinde istisnai bir durum değildir. Devrimci durum, karşı devrim tarafından sonlandırılamadığı takdirde, devrimin öznel koşulunun oluşmasını da sağlar.

Lenin daha 1901’de şöyle der: “Otokrasinin, onu her yandan tehdit eden herhangi bir KENDİLİĞİNDEN PATLAMANIN ya da önceden görülmeyen politik komplikasyonların baskısı altında düşmesi tamamen olanaklı ve tarihsel olarak KESİNLİKLE DAHA BÜYÜK olasılıktır.

Lenin’in tespiti, dört yıl sonra kendini doğrulatacaktır. 1905 devrimine damgasını vuran kendiliğinden kitle hareketi olur. 1905-07 iç-savaş süreci boyunca gerçekleşen kitle faaliyetleri, ağırlıklı olarak, partilerin örgütlü faaliyetinin ürünü olmamıştır. Nesnel koşulların sürüklemesi sonucu, yığınların kendiliğinden faaliyeti olarak gerçekleşir. Öyle ki, devrimin doruk noktası olan 9-17 Aralık genel silahlı halk ayaklanmasına bile damgasını vuran, kendiliğindenlik olacaktır. Lenin şöyle ifade eder durumu: “...hiç kuşkusuz sokak savaşı onu (savaş grupları birleşik konseyini) dinlemeden patlak verdi... Grev, özellikle Ekim’den sonra oluşan NESNEL KOŞULLARIN BASKISIYLA ayaklanmaya dönüştü... Proleter mücadele, ÖRGÜTLERİ AŞARAK grevden ayaklanmaya geçiyor...”

Ha keza, 1905 Aralık ayaklanması gibi Gezi ve 6-8 Ekim genel halk ayaklanmaları da bir siyasi partinin örgütlü, planlı faaliyeti olarak ortaya çıkmadı. Kendiliğinden patlamalardı. Bu genel ayaklanmaların doğmasına vesile olanların amacı, bir talep doğrultusunda yığınları gösteriye, çağırmaktan ibaretti. İktidarı devirme gücüne sahip olmayan yöntemlerle, barışçıl yöntemlerle yığınları harekete geçmeye çağırmışlar ve yığınlar bu çağrıya umulanın çok ötesinde bir katılımla cevap vermişlerdir.

Ama yığınlar harekete geçtikten sonra, çağrıcıların niyetini, çizdikleri sınırları aşmıştır. Yığınlar 1905 Aralıkta, Gezi’de, 6-8 Ekim’de, “barışçıl gösteriden ayaklanmaya geçişin gerektirdiği mücadelenin nesnel koşullarındaki değişikliği, önderlerinden önce fark ettiler”. Barışçıl gösteriler yığınları hoşnut etmekten çıkmış, bundan sonra ne olacak, diye sorarak daha enerjik eylemler talep etmişlerdir. Önderlerini beklemeksizin kendi yaratıcılık ve inisiyatifleriyle harekete geçmişler, iktidarı devirme niteliğine, gücüne sahip bir hareket tarzı benimsemişlerdir. Önderlerin sesini ancak, harekete geçtikten sonra, arkadan duyabilmişlerdir.

Gezi ve 6-8 Ekim; 1905 Aralık ayaklanmasında olduğu gibi, devrimin nesnel koşulunun yanı sıra öznel koşulunun da oluştuğunu gösterdi. İşçi sınıfı emekçiler, zorlanmadığı taktirde devrilmeyecek olan eski iktidarı yıkacak (ya da sarsacak) güçte yığın eylemi yapma gücüne ulaştıklarını gösterdiler.

1905 Aralık ayaklanması otokrasiyi yıkamamış ama onu sarsmış ve bir Duma(meclis) kurulmasını kabul etmek zorunda bırakmıştır. 6-8 Ekim ayaklanması, iktidarı yıkamasa da sarsarak Rojava devriminin doğmasını sağladı. Gezi ayaklanması ise, diğerleri gibi elle tutulur somut bir kazanım elde edemediyse de, iktidarı sarsarak Türkiye ve K. Kürdistan siyasal tarihinin akışını değiştirmiştir. Gerek işbirlikçi sermayenin arasındaki gerekse emperyalist ülkelerle Türkiye arasındaki çelişkilerin derinleşmesinden 15 Temmuz darbesine ve başkanlık sistemine geçilmesine kadar uzanan bir dizi siyasal gelişme; Gezi genel halk ayaklanmasının doğrudan etkisi ve baskısı altında gerçekleşti. Ama hepsinden önemlisi, halk, demokrasisi ve özgürlüğü doğrudan kendi eylemiyle sağlayabileceğini ve bunun mümkün olduğunu gördü. “Komünizm gelecekse onu da biz getiririz” anlayışının, burjuvazinin ideolojik hegemonyasının sarsılmasına neden oldu.

1905’i Gezi ve 6-8 Ekim’den ayıran, 1905’te başlayıp üç yıl süren iç-savaşın sonunda kitle hareketinin (ki bir hafta sürecek genel silahlı halk ayaklanması boyutuna ulaşmıştı) karşı-devrim tarafından ezilmiş olmasıdır. Sadece, yığınların iktidarı devirecek (ya da sarsacak) düzeyde yığın eylemi yapma gücü ortadan kaldırılmamış; aynı zamanda, yığınların oldukça artmış bulunan faaliyeti de bastırılarak, devrimci durum sonlandırılmıştır.

Gezi’de, 6-8 Ekim’de ve sonrasında ise, karşı-devrim, işçi sınıfının ve emekçilerin iktidarı yıkacak yada sarsacak güçte yığın eylemi yapma gücüne dahi son verememiştir.

Gezi, karşı-devrimin öznel koşulunu ortadan kaldırmasıyla sonlanmadı. Bizzat yığınların geri çekilmesiyle sonlandı. Devrimci kitleler, güçlerini muhafaza ederek geri çekildiler. “Bu daha başlangıç” şiarı, bunun bizzat yığınlar tarafından anlatımıdır.

Ki Gezi’nin üzerinden daha bir yıl geçmeden 6-8 Ekim ayaklanması patlak verdi. Bu sefer iktidarı yıkıcı-sarsıcı yönü daha belirgin, ileri, gelişkin olan yöntemlere çok daha kısa zamanda ve daha yoğun başvurdu yığınlar. Ve yine karşı-devrim tarafından ezildikleri için değil, güçlerini koruyarak kendi istekleriyle ile çekildiler.

Devamındaki bir yıl boyunca kitlesel eylemler, yığın faaliyetleri, Amed-Suruç-Gar katliamlarına rağmen büyük mitingler, çeşitli vesilelerle yapılan gösteriler vs devam etti. Ve bu sürecin sonunda, yaygın yerel özerklik ilanları (...savaşları) gerçekleşti. Ve elbette bu arada, Rojava’ya verilen büyük destekte unutulmamalı.

Emekçi sınıfların iktidarı devirecek-sarsacak düzeyde yığın eylemi yapma gücünün sonlandırılamaması, 15 Temmuz darbesini doğurdu. Darbe, başka seslerin yanında esas olarak, oldukça yaygın olarak yığın faaliyetini (devrimci durumu) sonlandırmayı amaçladı. Ama bunu başaramadığı gibi, iki buçuk yıldır uygulanan tüm politikalara rağmen, devrimin öznel koşularında bir değişiklik yapmayı, sonlandırmayı bile başaramadı.

Durum öyledir ki, kilometrelerce yürüyen Kılıçdaroğlu İstanbul’un içinde yürümeyi göze alamadı. Seçimlerde hile var dedi ama halktan gelen baskıya rağmen, sonuçlarını kaldıramayacağımız gelişmeler olur, kan dökülür diyerek halkı sokağa çağıramadı. Mitinglere katılan milyonların, seçim gecesi sokak çağrısı talep ettiğini gören İnce, onbinlerce avukat cüppesini hazırlasın YSK önünde toplanacağız dedi ama ortalarda görünemedi. 6-8 Ekim’in “şaşkınlığı” ve karşı-devrimin faturayı kendilerine kesmesinin sonucu iyice liberalleşen HDP yöneticileri ise, genel ayaklanma havasının güçlendiği anlarda sessizliğe gömülmeye özen gösterir hale geldi. İktidar sık sık ve korkuyla Gezi’yi anar ve bir beka sorunundan bahseder hale geldi. Tüm bunlar, iktidarı devirecek (ya da sarsacak) güçte yığın eylemi yapma gücüne ulaşan halkın sindirilememiş olmasından.

Gelinen noktada, Gezi ve 6-8 Ekim’de genel ayaklanma için vesilesini bulan işçi ve emekçi yığınla, yeni bir ayaklanma için vesilesini aramaya devam ediyor. Ekonomik ve siyasal kriz ve sonucu olarak devam eden yaygın yığın faaliyeti, devrimci durum, genel ayaklanma için vesilesini arayan işçi ve emekçilerden gerilikten, Kürt halkından kadınlardan, vb oluşan devrimci kitleyi besleyerek daha büyük daha yıkıcı bir güç haline gelmesini sağlamakta, devrimin öznel koşullarını daha da olgunlaştırmakta.

Tarihin akışın olgunlaştırarak gündeme getirdiği devrimin bize ve halk kitlelerine çok şey öğrettiğine hiç kuşku yok. Fakat, bu devrimin zaferi için, Lenin’in söylemiyle, “militan politik parti için ŞİMDİ SORUN, bizim devrime herhangi bir şey öğretecek durumda olup olmayacağımız, sosyal-demokrat ÖĞRETİMİZİN doğruluğunu ve biricik tutarlı devrimci sınıfla PROLETARYA ile BAĞIMIZI, devrime proletaryanın damgasını vurmak, devrimi sadece sözde değil gerçekten TAYİN EDİCİ ZAFERE götürmek... (küçük burjuva devrimciliğinin istikrarsızlığını, yarım gönüllülüğünü ve ihanetini paralize etmek bn.)... için KULLANACAK DURUMDA olup olmayacağımız sorunudur”

Demek ki, devrim için değil devrimin zaferi için komünist partinin varlığına, yetmez ve devrime önderlik edecek durumda olmasına ihtiyaç vardır. Devrim partilerin değil halkın, devrimci yığınların eseridir. Devrimin zaferi ise, komünist partinin devrimci yığınlara önderlik edecek konumda olmasına bağlıdır.

İ.Cevat Çetiner