DÜNYA SAVAŞI

Yeni bir dünya savaşı yaşanacak mı? Ya da Suriye savaşı merkezli devletler arası, özellikle, Rusya-İran-Suriye cephesiyle ABD’nin başını çektiği, İngiltere-Fransa ve diğer emperyalist devletlerle gerici devletlerden oluşan cephe arasındaki gerilim devletler arası topyekün bir dünya savaşına evrilir mi? Şimdi herkesin aklındaki soru bu.

Kuşkusuz, emperyalist ve gerici devletlerin Suriye’ye saldırmak için ileri sürdükleri “kimyasal silah kullanımı” iddiası üzerinde durmanın bir anlamı yok. Çünkü Irak’ta, Afganistan’da ve daha dünyanın başka pek çok yerinde yaptıkları gibi, bir ülkeye saldırmak istedikleri zaman bahane aramazlar ama o bahaneyi bizzat yaratırlar. Gerekli bahaneyi yaratacak çok sayıda “uluslararası kuruluş” ellerinin altında hazır bekliyor.

Bu nedenle burada sorulması ve yanıtı aranması gereken soru, emperyalistlerin bir savaşa ihtiyaç duyup duymadıklarıdır.

Başta ABD, İngiltere, Fransa olmak üzere, belli başlı emperyalist devletlerin sürekli bir savaş kışkırtıcılığı içinde olduklarını; daha da ötesi, Irak, Suriye, Afganistan, Libya ve daha başka pek çok yerde savaş çıkartarak işgal hareketlerinde bulunduklarını biliyoruz.

Süreci bir bütün olarak ele aldığımızda, gerçekte, zaten bir dünya savaşı içinde olduğumuzu görürüz. Bu dünya savaşı, 2001’de ABD tarafından dünya emekçi ve ezilen halklarına karşı başlatıldı. Bu savaşın önceki iki dünya savaşından farkı, savaşın devletler arası topyekün bir savaş biçiminde değil, ama emperyalistlerle dünya emekçi halkları, dünya işçi sınıfı arasında sürüyor olmasıdır.

ABD emperyalizmi, bu savaşı, o zaman dek şöyle ya da böyle süren hegemonyasının dünya ölçeğinde başlayan çöküşünü önlemek, kendi etki alanından çıkmaya başlayan diğer emperyalist devletleri tekrar etki alanına almak için başlattı. Çöküşü önlemenin başlıca yolu, emperyalizme ve kapitalizme karşı ayaklanmaya başlayan dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarını savaş yoluyla ezmekti. Afganistan işgaliyle başlayan sürecin ağırlık noktası, bugün Ortadoğu’da Suriye’ye kaymış durumda.

Emperyalist-kapitalist devletlerin savaşlara olan ihtiyacı onsekiz yıl öncesine göre azalmak şöyle dursun, kat be kat artmıştır. Çünkü, emperyalist kapitalist sistem, dünya çapında, derin ve kalıcı bir kriz içinde yuvarlanıp duruyor. Emperyalist tekelci basının atmak zorunda kaldığı bazı başlıklar, durumun onlar açısından vahametini az da olsa gösteriyor. İşte o başlıklardan bir kaçı:

“Kapitalizm toplumsal desteğini yitiriyor!”

“Hanımlar, beyler, küresel sistemlerin çöküş riskini ciddiye almalıyız”

“75 yılın en büyük krizi yaşanacak”

“Finansal balonlar oluşmaya başladı, dört yüz yıllık sistem çuvalladı”

ABD, Fransa, İngiltere, Avustralya gibi emperyalist devletlerin dünya halklarını kan ve gözyaşı içinde boğma isteklerinin arkasında işte bu ekonomik temel var. İnsanlığı sürükleyecekleri büyük bir yıkımla emperyalist-kapitalist sistemin çöküşünü önlemeyi düşlüyorlar.

Öyleyse baştaki soruya dönebiliriz: Başta ABD olmak üzere, emperyalist devletler, Suriye’deki durumu bahane ederek, kendileriyle dünya işçi sınıfı ve emekçi halkları arasında sürmekte olan 3. dünya savaşını devletler arası topyekün bir savaşa dönüştürebilirler mi?

ABD, İngiltere ve Fransa’nın, gerici-faşist bağımlı devletlerle birlikte bunu istediklerinden kuşku yok. Ne var ki, meydan boş ve istedikleri gibi at koşturmaya müsait değil. Her şeyden önce emperyalist devletler ve işbirlikçileri, savaşı devletler arası topyekün bir savaşa dönüştürmenin olası sonuçlarını tahmin edemiyor ve göze alamıyorlar.

Emperyalist kapitalist sistemi çöküşten kurtarmak için başlatacakları topyekün bir savaş, sistemin topyekün yıkımıyla sonuçlanabilir. Birinci dünya savaşı sonunda ortaya çıkan Ekim Devrimiyle dünyanın altıda birinin; İkinci dünya savaşının ardından dünyanın üçte birinin sosyalizme kaydığını unutmuş olamazlar.

Emperyalist devletleri, halen sürmekte olan 3. dünya savaşını devletler arası topyekün bir savaşa dönüştürme konusunda tereddüte düşüren ikinci önemli nokta, karşılarındaki devletlerin silah ve savaş kapasiteleridir. Rusya ve İran’ın -bunlara Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin savaş gücünü de ekleyebiliriz- savaş kapasitelerinin nasıl bir caydırıcılık etkisine sahip olduğu biliniyor. Bu savaş kapasitesi ABD ve peşindekileri hemen ve hesapsızca bir savaş başlatmaktan alıkoyuyor. Son günlerde ABD yönetiminde ortaya çıkan tereddütlerin buradan kaynaklandığını biliyoruz. Ne var ki bu etken, değişken olduğu için, kalıcı ve savaşı mutlak önleyici biçimde düşünülmemeli.

Emperyalist-kapitalist sistemin, kapitalist üretim biçimi çöküyor. Ne var ki emperyalistler dünya halklarına büyük acılar çektirmeden, onları kan ve gözyaşına boğmadan tarih sahnesinden çekilmeyeceklerini eylemleriyle ortaya koyuyorlar. Bu anlamda, dünyayı yıkıma sürükleyecek bir savaş ihtimali, emperyalist-kapitalist sistem ayakta kaldığı sürece, var olacak.

Savaş kaçınılmaz ya da mukadder mi? Elbette değil. Ama savaşı önlemenin yolu, onun maddi temelini, kapitalizmi ortadan kaldırmaktır. Bu nedenle sadece bir toplumsal devrim, bir ya da bir kaç ülkede patlayacak bir devrim insanlığı bu felaketten kurtarma şansına sahip. Ve en önemlisi, bir toplumsal devrimin koşulları dünya çapında olgunlaşıyor.

Sıra mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesine gelmiştir. Korkuları ve saldırganlıkları bundandır.