Mehmed Uzun- Mecburi Yazarlık

 

Siverek’te 1953’te doğan Mehmed Uzun, uzun yıllar İsveç’te sürgün yaşadı. Kürtçe, Türkçe ve İsveççe edebi çalışmalarıyla çok dilli, çok kültürlü olan Mehmed Uzun, İsveç Yazarlar Birliği yönetim kurulu üyeliği yaptı. İsveç Pen Kulübü ve Uluslararası Pen Kulübü’nde aktif olarak çalışan Uzun, İsveç ve Dünya Gazeteciler Birliği’nin de üyesi. Bugüne kadar Kürtçe yedi roman yazan Mehmed Uzun’un romanları başta Türkçe olmak üzere birçok dile çevrildi. Denemeleri de çeşitli dergi ve gazetelerde yirmiye yakın dilde yayınlandı. “Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık” romanı ve “Nar Çiçekleri” adlı deneme kitabı ile ilgili olarak 2001 baharında yargılanıp beraat etti. Aynı yıl Türkiye Yayıncılar Birliği’nin her yıl verdiği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü aldı.

Yakalandığı mide kanseri nedeniyle kendi topraklarında yaşama tutunmak ve direnmek için Diyarbakır’a gelen Mehmed Uzun’u 11 Ekim 2007 günü kaybettik. 13 Ekim günü yapılan cenaze töreninde bir araya gelen binlerce Diyarbakırlıya Yaşar Kemal, Şerafettin Elçi, Ahmet Türk ve Osman Baydemir konuşma yaptı, ardından cenaze

Mardinkapı Mezarlığı’na defnedildi.

 

Bundan yıllar önce, özellikle Kürt arkadaşlarımızın dilinden düşüremediği bir roman vardı; Yitik Bir Aşkın Gölgesinde… Okuyan herkesi büyüsü altına aldığını gördüğüm bu romanı mutlaka ben de okumalıydım. 90’lı yılların yoğun günlerinden geçiyorduk, kitabı bulup okumam için cezaevine girmem gerekmişti. Cezaevinde ilk okuduğum kitaplardan birisi Yitik Bir Aşkın Gölgesinde oldu. Ve bundan sonra benim de dilimden düşmedi bu incecik ama etkisi büyük eser. Okuyan herkesi olduğu gibi beni de kendi büyüsüne kaptırmıştı.

Yaşar Kemal bu kitaba yazdığı önsözde, Mehmed Uzun’un romanını ilk okuduğunda çok şaşırdığını söylüyor, “Bir dilin ilk romanı böylesine ustalıkla, böylesine zengin bir dille, üstelik de gelişmiş bir roman dili yaratılarak nasıl yazılmış.” Uzun’un bu eseri yaratmasını, onun yeteneğine, geniş kültürüne ve gerek Kürt gerek Türk gerekse dünya edebiyatını bilmesine ve özümsemesine bağlıyor.

Bu roman, Kürt aydını olan Memduh Selim Bey’in trajik yaşam öyküsünü, o dönem isyanlarının içinde anlatıyor. Bir sürgünün özlem dolu yaşam hikâyesidir anlatılan. İstanbul, İskenderiye, Beyrut, Şam, Halep, Antakya… Ülkesi ve sevgilisi arasında tercih yapmak zorunda kaldığında ülkesinde savaşmayı tercih eden, özlemlerine daha büyük özlemleri sığdıran bir devrimcidir o… Ardından gelen Kader Kuyusu ise bir devam romanı özelliği gösterir ve Kürt aydınlarından olan, dil konusunda önemli katkıları olmuş Celadet Bedirhan’ın İstanbul’da sürgün yıllarını anlatır. Bir itiraf, hala Kader Kuyusu’nu okuyamadım. Kütüphanemde özenle saklıyorum bir gün mutlaka okuyacağım diye…

Onun eserlerinin tamamını daha o yaşarken okumak isterdim. Ölüm haberini aldığımızda ilk hissettiğim duygu bu oldu. Mehmed Uzun bir süredir tedavi görüyordu, bunu bizim gibi tüm emekçi halklar biliyordu. Diyarbakır’a geldiğinde onu büyük bir kalabalık karşılamış, bağrına basmıştı. O zaten kendi topraklarına yaşama biraz daha tutunmak için gelmişti. Öyle de oldu. Geldiğinde bağrına basan Diyarbakır onu son yolculuğunda da yalnız bırakmadı. Büyük bir kalabalıkla uğurlandı.

O Diyarbakır’da yaşama tutunmaya çalışırken, onun adına İstanbul’da bir konferans düzenlendi. 17 Şubat’ta Bilgi Üniversitesinde yapılan konferansa tebliğ sunan Selim Temo Mehmed Uzun’un yedi romanı üzerinden geniş bir değerlendirme yapıyor. Bütününe burada yer veremeyeceğimiz tebliğden onun yazarlığıyla ilgili bazı belirlemeleri aktarmak istiyorum.

“Mehmed Uzun, Kürt kültürünün bazı temel olay ve şahsiyetlerini romanın sözcükler ve cümlelerle dolu odasında ağırlamaktadır. Asla birer biyografi olmayan bu romanlarda söz konusu olay ve şahsiyetler, her romanda değişik bir teknikle, belli bir algının içine yerleştirilirler: Modern bir kavrayışla yeniden yaratım. Bu çabada sayısız özellikten, bu özelliklerin kuramı kendine göre yeniden şekillenmek zorunda bırakan ayrıntılarından söz edilebilir.

“Yitik Bir Aşkın Gölgesi’nde, Memduh Selîm Bey gibi bir Kürt aydınını odağa alarak, Abdalın Bir Günü ve Kader Kuyusu’nu bir anlamda müjdeliyor. Ancak bu ikisinden farklı olarak, kahramanın gerçek hayatına daha bağlı bir roman söz konusu. Gerçeklik duygusu yer yer kimi tarihsel bilgi ve belgelere dayandırılarak pekiştiriliyor. Memduh Selîm Bey’in hayatı, Kürt Teali Cemiyeti, Xoybûn, Ağrı Ayaklanması, bohemlerin İstanbul’u, modernist Kürt aydın kuşağı, Kahire, Beyrut ve Şam gibi Kürt Aydınlanması merkezleri, dönemin alafranga havası, Hêvîve Rojî Kurd dergisinin mutfağı gibi dekorların önünde geçer. Ama okur onun hayatını okuyup öğrenmiş olmaz, aksine kelimenin temel anlamıyla seyreder. Hatta bir dengbêjin sözlü kültür performansını icra ettiği bir mekândaymış gibi karelere seslenebilir de.

“Mehmed Uzun, 1991 yılında yazdığı Abdalın Bir Günü’nde, deneysel bir çabaya girişir, diğer bütün romanlardaki deneysel özellikler bu romanda toplanır adeta. Roman bir serencamla başlar. Bu serencam, ben-anlatıcı ağzından verilir. Ehmedê Fermanê Kîkî adlı anlatıcı, önce kendi macerasını anlatır, sonra da “roman”ın “oluşum” sürecini. Ancak Yitik Bir Aşkın Gölgesinde’ki gerçeğe uygunluk kaygısı, yerini kurgusal bir gerçek yaratmaya bırakır. Burada ünlü Kürt dengbêji Evdalê Zeynikê, bir vesiledir. Onun kurgusal hayatı, bir halkın macerasıyla bütünleştirilir.”

Yitik Bir Aşkın Gölgesinde, Kader Kuyusu, Nar Çiçekleri, Dengbejlerim gibi birçok eserin yaratıcısı Mehmed Uzun, benim yazarlığım mecburi bir yazarlıktır, diyor. Yaşar Kemal’in İnce Memed’i anlatırken onun bir ‘mecbur insan’ olduğunu söylediğini hatırlatarak, “Benim yazarlığım da ‘mecburen yapılmış bir başkaldırı’dır. Şan, şöhret, mal, mülk, pazarla ilişkisi olmayan bir yazarlık benimki. Ben aşağılanmamak, kovuşturulmamak, horlanmamak için yazıyorum. 5 kez yargılandım yazarlığımla ilgili olarak. Mahkeme salonlarında ifade etme hakkım, yazarlık haklarım, özgürlük hakkım için savundum kendimi. Bunlar birer haktır. Ben o hakkı kullandım.”

Dili yasaklanmış bir halkın üyesidir o, ama dilin gücüne inanmış bir yazardır. Dil konusunda söyledikleri bu inancını ortaya koymaktadır. “Diller biz insanlar gibi kötü niyetli, bencil ve kurnaz değiller. Dünyanın en cömert ve insani varlığı dildir; sürekli alır ve verir, değişir, değiştirir, zenginleştirir, ötekini daha anlamlı kılar. Dünyanın en evrensel varlığı da dildir, gariptir ama hep yerel olan dil, yerelliğini evrensel özellikleriyle zenginleştirir. Hiç kimse, hiçbir zaman dillerin bu evrensel, organik ilişkisini koparamamıştır. En izole dilde bile ötekinden bir duygu vardır. Tevrat, Babil Kulesi öyküsünde dillerin farklılığını Tanrı tarafından insanlığa verilmiş bir ceza olarak anlatır. Niçin bu cezayı bir zenginlik olarak da algılamayalım?

“Söz ve dil günahsızdır; söze ve dile bir günah, bir suç yükleyen insandır. Bu tür suç ve günahlara karşı çıkarak insanoğlunun kirlettiği söz ve dili temizlemek gerekiyor. Hele bu diller bizim dillerimiz gibi uygarlıkların, dil ve dinlerin, kültür miraslarının membaı olan bir coğrafyanın dilleriyse! Kendime ait Kürtçe bir roman dili kurmaya çalıştığım dönemlerde hayretle şunu gördüm; Kürtçenin zenginlikleri içinde tüm bu binlerce yıllık dil, din, uygarlık, kültür, sanat, müzik, edebiyat ve anlatının izleri vardı ve Kürtçeyi bu oranda direngen yapan da bu izler ve ötekilerle ilişkisiydi. Ben söze, anlatıya, kirinden, pasından temizlenmiş dile çok inanıyorum; dilin bize kim olduğumuzu hatırlatacak, bizi zenginleştirecek muazzam bir gücü vardır.”

Bugün Mehmed Uzun aramızda yok, ama onun eserleri bizimle ve bizden sonraki kuşaklarla birlikte insanlığın büyük yürüyüşünde yerini hep koruyacaktır.

ÖNSÖZ, 10. Sayı, Kış ‘08