Rusya Federasyonu Komünist Partisi tarafından düzenlenen “İkinci Uluslararası Anti-Faşist Forum” Moskova'da gerçekleşti. Birincisi iki yıl önce yıl Rusya Savunma Bakanlığı tarafından Belarus'un başkanti Minsk'te düzenlenen “Uluslararası Anti-Faşist Forum” bu yıl katılımın daha geniş tutulması amacıyla olsa gerek, RFKP tarafından düzenlendi.
Birinci Uluslararası Anti-Faşist Forum'a yaklaşık elli ülkenden temsilciler katılmıştı. II. Forum'a doksan iki ülkeden yaklaşık 160 Parti, Hareket, Örgüt temsilcisi katıldı. Biz de Rusya Federasyonu Komünist Partisi'nin daveti üzerine, Mücadele Birliği Gazetesi olarak, II. Uluslararası Anti-Faşist Foruma katıldık.
Adından da anlaşılacağı gibi, Forum'un birinci amacı, emperyalist tekelci sermaye sınıfının dünya çapında örgütlemeye çalıştığı faşizme karşı mücadelenin önemi, faşizme karşı mücadelenin biçim ve araçları, emperyalist mali sermayenin faşizmi yükseltmeye çalışmasının nedenleri, Ukrayna faşizmi özelinde Neo-Nazi denen faşist sürüleri dünyanın her tarafından toplaması ve bunun sonuçları üzerinde durmaktı.
Elbette, Forum, Komünist Enternasyonal'in ikinci bir baskısı değildi. Her şeyden önce, Forum'da sadece Komünist partiler yoktu; onlarla birlikte, savaşa karşı barış mücadelesi hedefiyle hareket eden örgüt ve hareketler de vardı. Fakat bu, Forum'un anti-faşist içeriğini zayıflatmadı. Özellikle faşizmin II.Emperyalist Dünya Savaşında uğradığı yenilginin tarihini değiştirme; zaferin onurunu Kızıl Ordu'dan alıp emperyalist devletlerin ordularına mal etme çabaları tüm katılımcılar tarafından büyük bir öfkeyle karşılanıyor ve buna karşı mücadelenin önemi üzerinde duruluyordu.
II. Uluslararası Anti-Faşist Forum'a dünyanın dört bir tarafından davetli Parti ve örgüt delegelerinin katıldığını söylemek kesinlikle abartı olmayacak. Nepal'den Latin Amerika'nın Peru'suna; Güney Afrika'dan Belarus'a kadar dünyanın her tarafından katılımcılar vardı. Bu, faşizme ve emperyalizme karşı mücadelenin ne kadar yaygın ve güçlü olduğunun işaretiydi.
Çin Halk Cumhuriyeti, Küba Sosyalist Cumhuriyeti, Slovakya devleti hükümet temsilcileri, Rusya Federasyonu Duma temsilcileri de Forum'un katılımcıları arasındaydı.
Moskova’da...
Moskova'ya 21 Nisan'da vardık. Havaalanında bizi RFKP görevlisi karşıladı. Oradan kalacağımız otele gittik. O gün kısa bilgilendirmeler dışında bir etkinlik yoktu. Program, asıl olarak ertesi gün, 22 Nisan'da başlıyordu.
Daha önce bilgilendirildiğimiz gibi, kahvaltıdan sonra otobüslerle “Kızıl Meydan” yakınlarındaki “Meçhul Asker” anıtına gittik. Orada karşılaştığımız manzara Rusya'da halkın içinde sosyalizm umutlarının, isteğinin, eğiliminin ne kadar güçlü olduğunun ilk ipuçlarını veriyordu. Alman-İtalyan faşizmine karşı Stalin komutası altındaki Kızıl Ordunun kazandığı zaferin 80. yıldönümü nedeniyle halk, “Meçhul Asker” anıtına çiçek bırakmak için adeta hucum ediyordu. Kalabalık çok fazlaydı.
Savaş durumundan ötürü olsa gerek sıkı güvenlik önlemleri ve üst aramasından sonra alana alındık. Tören kıtası, her şeyi ile Sovyetler Birliği döneminin kültürünü yansıtıyordu. Hem çaldığı müzik hem de ritüelleri Sovyetler Birliği dönemine aitti. Bu noktada, ABD hükümetlerinin politikalarının belirlenmesinde etkili, Cumhuriyetçi Parti ile sıkı ilişkiler içindeki Hudson Institute'ün 2022 Aralık ayında yayınlanmış bir belgesi aklımıza geliyor. “Sovyetler Birliği'nin Nihai Çöküşü ve Rusya Federasyonu'nun Dağılması için Hazırlanmak” başlıklı belgede, Rusya'da SSCB'nin izlerinin fazlasıyla kaldığı yazılıyordu. Tanık olduğumuz her şey bu belgedeki tespiti doğruluyor.
Dahası, bu “izler”, her geçen gün azalmak bir yana daha da artıyordu. Örneğin, Moskova'dan dönüşümüzden hemen sonraki günlerde, Volgograd şehrindeki havaalanının adının “Stalingrad” olarak değiştirilmesi için Putin'in gerekli kararnameyi imzaladığını okuduk. İsim değişikliği talebi, savaşta yer alan asker ve yakınlarından gelmiş. Bu sembolik adım, Rusya emekçi halkları arasında sosyalizm ruhunun ne denli canlı olduğunu göstermesi açısından önemli. İzlenimlerimizi aktarırken bu konuya yeri geldikçe tekrar tekrar değineceğiz.
“Meçhul Asker Anıtı” ziyaretinden sonra Lenin Mozolesi'ne gidiyoruz. Oradaki manzara, öncekini aratmayacak biçimdeydi. Rusya halkı, çocuklarıyla birlikte Mozoleye akın etmişti. İnsanlar gruplar halinde içeri alınıyordu. İçeri girdiğimizde, Lenin'in, yatağında uzanmış halde bize bakan gözleriyle karşılaşıyoruz. Resim, video benzeri çekim yapmak yasak olduğu için, ziyaretçiler durmadan yürüyüp gidiyorlardı. Zaten, insan akını arasında, durup bakmak mümkün değildi. Oradan çıkınca, Mozolenin arka tarafına geçiliyor. Arka tarafta SSCB'nin kuruluşunda ve yönetiminde yer almış, etkin roller oynamış bolşeviklerin, komünistlerin mezarlarıyla karşılaşıyoruz. Son derece bakımlı bir alan. Stalin'den Kalinin'e; Jerzinsky'den Sverdlov'a; Andrapov ve Brejnev'e kadar SSCB tarihinde öne çıkanların büstleri vardı. Büstlerin olduğu alan özenle korunuyor ve son derece bakımlıydı. Öyle ki, orada ziyaretçilerin çimlere basması bile yasaktı.
Zafer Müzesi...
Oradan otobüslerle “Büyük Anavatan Savaşı Zafer müzesi”ne gittik. Geçen yıl, Donbass ziyareti için uğradığımız Moskova'da aynı müzeye gitmiştik. Bu gidişimizde anladım ki, başka bölümlerini gezmişiz. Bu sefer gezdiğimiz bölüm, “Büyük Anavatan Savaşı”nda bombalanmış evleri, sokakları, kullanılan silahları, faşist Hitler askerlerinin yaptıkları katliamları, kadın, çocuk ve yaşlıların SSCB'nin iç taraflarına tahliye edildikleri trenleri vb vb. içeriyordu.
Savaşın tüm anıları, sayısız sahnesi tüm canlılığıyla korunuyor. Yıkılmış, bombalanmış ev ve sokakları nasıl böyle canlandırdıklarını anlayamadım. Rehber, Rusça olarak savaşı bizzat yaşamış gibi, sahne sahne, saat saat anlatıyor gibiydi. Müzeyi tümden anlatmak imkansız. Ancak, daha ilk adımda insan şunu hissediyor: Rusya işçi sınıfı ve emekçi halklarının SSCB tarihine, Kızılordu'nun zaferine kıskanılacak derecede bir bağlılıkları var. Her şey olduğu gibi korunmuş ve canlandırılmış. Oraya giren kişi, kendini savaş ortamının içinde hissediyor. Emperyalistler, SSCB'yi insanlığın tarihsel belleğinden silmek isterken kendi anti-komünist amaçları bakımından ne kadar haklı olduklarını görebiliyor insan. Evet, Rusya'da tam da bu kan içicilerin söylediği gibi, “SSCB'nin, sosyalizmin izleri fazlasıyla kalmıştı.” Emperyalistler bu izleri insanlığın belleğinden silmek için Rusya'yı, deyim uygunsa, atomlarına kadar parçalayıp yok etmek isterlerken Rusya işçi sınıfı ve emekçi halkları da bu izleri yaşatmak, canlandırmak, artırmak için büyük bir çaba içinde.. Müzeden dışarı çıktığımızda büyük bir savaş sahnesinden ayrılmış gibi hissettim kendimi.
Müzeden sonra, kısa bir “öğle arası”. Öğleden sonra, Moskovalılarla Buluşma Konseri'ne (Meeting with Muscovites Concert) gittik. Konserde de aynı manzara vardı. Kızılordu Korosu, SSCB-Sosyalizm dönemine ait müziği tüm canlılığıyla sergiliyordu. Putin'in gönderdiği mesajın okunmasından sonra Rusya Federasyonu Komünist Partisi (RFKP) Genel Sekrateri Gennady Zuganov açılış konuşması yaptı. Konuşmasında, “Joseph Stalin, dünya savaşlarının olasılığını ortadan kaldırmak için emperyalizmi ortadan kaldırmak gerektiğini iddia ettiğinde kesinlikle haklıydı” vurgusu yapan Zuganov, sosyalizmin Sovyet halklarının bilincinde yaşadığını şu sözlerle ifade etti:
“Kapitalizmin genel krizinin bataklığı, bize son derece çekici ve herkes için kurtarıcı olan sosyalist alternatifi hatırlatıyor. Bu fırsat ‘üçüncü dünya’da iyi hatırlanıyor. Sosyalizm fikirleri, faşizmi yenen büyük işçi ve köylü devleti olan SSCB bayrağı altında birleşmiş halkların minnettar kalplerinde tutulmaktadır. Böyle bir seçimin olasılıkları, Çin, Vietnam, Küba, KDHC, Laos'un başarıları ve kararlılığıyla doğrulanmaktadır. Dünya nüfusunun dörtte birinden fazlası kızıl bayrak altında yaşıyor ve gelişiyor.”
Sosyalizm fikirlerinin “faşizmi yenen büyük işçi ve köylü devleti olan SSCB bayrağı altında birleşmiş halkların minnettar kalplerinde” yaşadığı düşüncesi bir abartı mı? Kesinlikle değil. Bu gerçeği, Moskova'nın geçtiğimiz her büyük caddesinde gözlemlemek mümkün. Sosyalizmi, Kızılordu'yu, Büyük Anavatan Savaşı'ında faşizme karşı kazanılan zaferi anımsatan sembol, afiş, anıt vb. akla gelebilecek ne varsa caddelerde, hatta kapitalizmi temsil eden büyük şirketlerin camlarında, önlerinde vb dahi görmek mümkün. Bunları gözlemlerken aklıma şöyle bir düşünce geldi: Kapitalist ülkelerde, buna “demokratik Batı” dahil, özellikle de bugün, bu sembolleri taşıyanlar ya polis tarafından gözaltına alınır, tutuklanır, ya da en iyimser tahminle, dayak yer. Burada tam tersi; bu sembolleri taşımayanlar, dayak yemiyor ama en azından ayıplanıyor, halkın küçük düşürücü bakışları altında eziliyor. Kapitalist işletmelerin vitrin camlarında sosyalizme ait sembol, afiş vb şeylerin varlığını “mahalle baskısı”ndan kurtulma arayışı olarak düşündüm. Zuganov, Ekim 1934'te Chicago'da düzenlenen Anti-Faşist ve Savaş Karşıtı Kongre'ye Maksim Gorki'nin gönderdiği mektuptan şu sözleri aktardı:
"Sermaye ile emek arasındaki ilişkinin anlamı hakkında dürüstçe düşünmeye cesaret edecek her zeki insan, kapitalizmin... artık çalışan insanlığın kanserli bir tümörü olduğunu, kapitalistlerin uluslararası bir soyguncu ve katil örgütü olduğunu kabul etmek zorunda kalacaktır."
Konuşmanın ardından Kızılordu Korosu sahne aldı. Kızılordu Korosu, sahnenin iki tarafında kurulu ekranlarda gösterilen slaytlarla bilikte, faşizme karşı kazanılan “Büyük Anavatan Savaşı Zaferi”ne dair tüm duygu ve düşünceleri bir kez daha yaşattı.
Forum...
Forum 23 Nisan'da başladı. Putin'in mesajının okunmasından sonra RFKP adına Zuganov sözaldı. Zuganov, nispeten uzun konuşmasında “Büyük Anavatan Savaşı'nda” omuz omuza çarpışan SSCB halklarının kahramanlığını şu sözlerle andı:
“Anti-faşist yeraltının korkusuz savaşçılarının fedakarlıkları önünde başımızı eğiyoruz. Anti-faşist kahramanların isimlerini kalbimizde özenle saklıyoruz. Bu cesur saflarda Ernst Thälmann, Georgi Dimitrov, Maurice Thorez, Palmiro Togliatti, Dolores Ibárruri, Alvaro Cunhal, Klement Gottwald, Josip Broz Tito, Boleslav Bierut, Enver Hoca ve Avrupa'nın komünist ve işçi partilerinin diğer liderleri yer alıyor. Bizim için onlar sonsuza dek proleter dayanışmasının ve kazanmaya yönelik tavizsiz iradenin sembolleri olarak kalacaklar.”
“Halklarını Japon militaristlerini yenmek için yetiştiren komünist hareketin seçkin liderlerinin isimleri, torunlarının sınırsız saygısı ve solmayan ihtişamıyla örtülüdür. Bu sıradaki ilk yer Mao Zedong, Ho Chi Minh, Kim Il Sung, Khorloogiin Choibalsan'a aittir.”
Zuganov'dan sonra Küba, Slovakya, Çin, Belarus gibi devlet ve hükümet temsilcileri kısa konuşmalar yaptılar.
2. Uluslararası Anti-Faşist Forum'un öğleden sonraki bölümü üç ayrı salonda, konulara göre bölünmüş delegelerin konuşmalarıyla sürdü. I. Bölüm, “Lenin'in emperyalizm ve faşizm üzerine öğretisi” başlığı altında, “Lenin'in emperyalizmin doğası üzerine öğretisi: Faşizm olgusunu anlamak için platform; anti-faşist mücadele, teori ve pratiğin tarihsel deneyimi” konusuydu. II: Bölüm “Faşizm: Avrupa'da Güvenlik ve İşbirliğine Bir Tehdit” başlığı altında, “Faşizm ve 20. yüzyılda Avrupa halklarının trajedisi” konusuydu. III: bölüm ise, “Sömürgeci Kapitalizmin Mantıksal Devamı Olarak Nazizm ve Faşizm” başlığı altında;
“Latin Amerika'da Faşizm ve gericilik
“Radikal İslamcılık: emperyalizmin sonucu;
“İsrail'in politikası, Filistin halkının soykırım politikasıdır” biçimindeydi.
Biz, Mücadele Birliği olarak I. Bölümde yer almıştık. Orada “Faşizm Üzerine” başlıklı sunumumuzu (Mücadele Birliği sitesinde yayınlandı) okuduk. Konuşmalar geç saatlere kadar sürdü.
Nükleer Araştırma Merkezi Gezisi
24 Nisan, Forum'un düzenleyicisi RFKP'nin delegeleri “Sovyet Nükleer Araştırma Merkezi” ve “SSCB Uzay Çalışmaları Merkezi”ni gezdirmesine ayrılmıştı.
Sovyet Nükleer Araştırma Merkezi, daha 1930'da Sovyetler Birliği'nde ne muazzam bir atılımın gerçekleştiğine dair çok açık bir fikir veriyor insana. Nükleer enerjiye dönük araştırmalar, Sovyetler Birliği'nde 1930'da, bir bilim adamının çabalarıyla başlamış. Bilim adamı biraz yol alınca çalışmaları daha da geliştirmek için yakın çalışma arkadaşlarından bir ekip oluşturmuş ve ekip, Stalin yönetimiyle koordineli biçimde çalışmalara başlamış. Başlangıçta, çalışmalar nükleer enerji elde etmeye dönüktü. Çalışmaların yürütüldüğü laboratuvar yerin iki kat altında inşa edilmiş. Ancak Hitler faşizminin SSCB'ye saldırıp dünya savaşını başlatması, nükleer enerjiyle ilgili çalışmaları kesintiye uğratmış. Savaşla birlikte, SSCB iktidarının sloganı, “Her Şey Cephe İçin” biçimine dönüşünce nükleer fizikçi bilim insanlarının çalışmaları da bu slogana göre değişmiş. Bununla birlikte, savaşın sonunda 1945'te ABD Japonya'ya iki atom bombası atınca Sovyetler Birliği yönetimi sıranın kendilerine geleceğini hesap ederek nükleer çalışmalar tekrar başlatılmış ve büyük bir hızla ilerletilmiş.
Şu olgu hemen dikkati çekiyor: Bugünün Rusya'sının sahip olduğu tüm nükleer enerji ve nükleer silah üretimi için gerekli alt yapı Sovyetler Birliği dönemine ait. Çalışmaların tarihini ve gelişimini anlatan rehber, Sovyetler Birliği'ne dair ne varsa, hepsini büyük bir tutkuyla anlatıyordu. Anlatımından kendini hala Sovyetler Birliği'nde kabul ettiğini, bugünü dünün devamı olarak gördüğünü, sosyalizmin tüm eserlerine büyük bir bağlılık gösterdiğini anlıyorsunuz. Sosyalizmin tüm izlerini burada canlı biçimde görebiliyor insan.
Bu esnada tanıştığımız dil rehberinin İstanbul'da bir üniversitede dil eğitimi gördüğünü, Türkçeyi bildiğini öğreniyoruz. Onunla Türkçe konuşmaya başlıyoruz. Rusya'da halkın ekonomik durumunu vb soruyoruz. Giderek bir iyileşmenin olduğunu, kargaşanın -Yeltsin dönemi- bittiğini, belli bir düzenin oturduğunu vb söylüyor. Konuşurken, rehberin bize gösterdiği Nükleer Santral'in aynısının Akkuyu'da yapılmakta olduğunu söyledi dil rehberi. Söylediğine göre, bize gösterilen santral, Moskova ile birlikte iki-üç küçük kentin daha elektrik enerjisi ihtiyacını karşılıyor.
Nükleer Araştırma Merkezinden sonra Uzay Çalışmaları Merkezi'ne gittik. Orada'da bugüne dair tüm çalışmaların temelinin SSCB dönemine ait olduğunu, bir devamlılığın sözkonusu olduğunu görebiliyorsunuz. Buradaki rehber, çalışmaların gelişim seyrini anlatırken, tıpkı nükleer araştırmalar merkezindeki rehber gibi, her şeyi Sovyetler Birliği'nde yaşıyormuş gibi anlatıyordu. Onun için Sovyetler Birliği devleti olduğu gibi yaşıyordu. Aynı duyguya burada da kapılıyorsunuz: Bilim ve teknikte sosyalizmin tüm izleri, tüm mirası olduğu gibi korunuyor.
Tanık olduğumuz bütün bu somut gerçeklerden sonra insan rahatlıkla şu sonuca ulaşıyor: Karşı-devrimciler sosyalist yapıyı tahrip edip zayıflattılar ama sosyalizmi halkın ruhundan, bilincinden, özleminden, kültüründen söküp atamadılar. Bugünün Rusyası üzerinde komünizm hayaleti geçmişin tüm gücüyle, dolaşıyor.
Onun için bir kez daha Hudson Institute'ün “Sovyetler Birliği'nin Nihai Çöküşü ve Rusya Federasyonu'nun Dağılması için Hazırlanmak” başlıklı belgesine dönüp şu tespiti aktarmak yerinde olacak. O belgede, stratejik hedefin “Sovyetler Birliği'nin nihai çöküşü” olduğunu, SSCB'nin insanlığın tarihsel belleğinden tamamen silinmesi, yok edilmesi gerektiği, oysa bugünkü Rusya'da izlerinin fazlasıyla kaldığı; bunun için “Rusya Federasyonu'nun dağılması” gerektiği ifade ediliyor.
Evet, bugünün Rusya'sında SSCB'nin izleri fazlasıyla kalmış ve dahası, bu izler giderek çoğalıyor...